Şişman, obez hayvan yoktur.
Boyuna göre kilo fazlalığı, insanda ortaya çıkan bir durumdur.
O da, son yüzyılda, sanayileşme, kentleşme, üretim fazlalığı, hareketsiz bir hayat tarzı nedeniyle hızlanmıştır.
Havuza dolan su, tahliye edilen sudan fazlaysa, havuz dolmaya başlar.
Kilo almanın özeti budur.
Alınan besin miktarının, ihtiyaçtan fazla olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu fazla, hareketle yakılmamakta, yağ olarak bedende birikmektedir.
Aşırı yağlanma ve kilo fazlalığının da, sayısız olumsuz neticelerini yaşamaktadır günümüz insanı.
Bu rahatsızlıklar, Beslenme uzmanlığı dalının gelişmesine önayak olmuş, diyet sistemleri de, böylece gelişmiştir.
Diyetler, çok ayrıntılı hazırlanmakta, ne kadar kalori alınacağı, neler yenip, neler yenmeyeceğiyle santim santim ilgilenilmektedir.
Bir diyet programı, başka bir diyet programı tarafından yetersiz görülebilmektedir.
Zaman içinde, diyet programlarının eksikleri, hataları ortaya çıkabilmektedir.
Alışkanlıklar yerleşmekte, kolay kolay değişmemektedir.
Bir süre uygulanan diyet rejimleri, ileriki zamanlarda, unutulup, eski yeme alışkanlıkları tekrar gündeme gelebilmektedir.
İnsanlığın yeryüzüne çıkışını bir gün olarak düşünürsek, son yüzyıl, saniyelerle ifade edilebilir.
Dolayısıyla, bedenlerimiz, henüz, içinde bulunduğumuz beslenme şartlarını algılamaktan uzaktır.
Adapte olma şaşkınlığını yaşamaktadır, bedenlerimiz.
Eskiden uzun süre açlık içinde olan bedenler, sürekli beslenir hale gelmiştir.
Bu yazıdaki amacımız, bir yön çizmek değil, farklı düşünmeye davettir.
Üretim bolluğu içindeki ekonomilerin bize sunduğu, beslenme kalıplarına tıkılıp kalmama çağrısıdır.
Sürekli beslenme ihtiyacı içinde değil bedenlerimiz.
Tıpkı, akciğerlerimizin, sık nefes alma ihtiyacında olmadığı gibi.
Derin, geniş ve aralıklı nefes almak, en sağlıklı nefes alma biçimidir.
Beslenmede de, aralıklı beslenmenin bir çözüm, bir seçenek olabileceğini görmek gerekir.
İntermittent fasting, ne yediğinizden çok, ne zaman yediğinizle ilgilidir.
Belli zaman aralıklarında, bedeni beslememek, bedeni aç bırakmak esasına dayanmaktadır.
Bu beslenme sisteminin, dini oruçlardan farkı, sıvı serbestisidir.
12 - 14 - 16 - 18 - 20 - 24 saatlik açlık peryotları mümkün olabilmektedir.
Beslenme aralığı dışında, katı yiyecek yasağı söz konusudur.
Aralıklı beslenmenin, büyüme hormonunu tetiklediği, başıbozuk hücrelerin yok olmasına önayak olduğu da, söylenmektedir.
Diyetisyenler ve Bilim Dünyası, her ne kadar, buna şiddetle karşı çıksalar da, bir o kadar da, savunucusu vardır, aralıklı beslenmenin.
Mesele, böyle bir kavramın varlığını bilmek ve üzerinde zihin yormak, düşünmektir.
Önümüze konulan bilgiye, gözü kapalı evet demek yerine, zihnimizi kullanıp, farklı yöntemler üzerinde düşünmeliyiz.
İntermittent Fasting, aralıklı beslenme, ciddiye alınması, üzerinde düşünülmesi gereken bir sağlık yöntemi olmaya aday görünmektedir.
Cafer Günday
21 Mart 2016 Pazartesi
5 Ocak 2016 Salı
Ertuğrul 1890...
İnsanlık, her millette ortaya çıkar.
Zamanı, menfaati aşar, ortaya destanlar çıkar.
Ertuğrul 1890 destanı, yüzyıllar boyu anlatılacak, insani değerleri yüceltecek bir dramdır.
Bir gece yarısı, hangi milliyetten olduğunu bilmedikleri bir geminin batması sonucu kıt imkanlarıyla, cansiperane kurtarmaya çalışmaları, sıradan japon köylülerini, bir anda, mitleştiriveriyor.
Onlar, bunu, kahramanlık için yapmıyorlar, onlar öyleler, tanımadıkları insanlar için, kendilerini tehlikeye atıyorlar, kıt imkanlarını onlar için seferber ediyorlar.
Ertuğrul olayı, japon halkının kahramanlık destanı olarak tarihte yerini almıştır. Bununla ilgili, kendileriyle ne kadar övünseler yeridir.
Bizim için, bu faciada aynı şeyleri söylemek biraz zor.
Bu seferin anlamsızlığı bir yana, uyarılara rağmen, fırtınalı havada yola çıkılması, facianın hazırlayıcısı olaylar.
Ayrıca, filmdeki bazı sahneler, bir Türk olarak yüzümüzü kızartmaktan geri durmuyor.
Bu fedakarlıkları yapan insanları, hırsızlıkla suçlayan bir yüzbaşı var, nihayetinde.
Japonlar'ın, yüzlerinin akıyla çıktıkları, Ertuğrul faciasında, biz, sınıfta kalmışız.
Bu, elbette, millet olarak, bizim de, başka zamanlarda, benzer fedakarlıkları yapmadığımız anlamına gelmez.
Japonların bu asaleti, ilk değil tarihte.
Japon milleti, gururlu millettir. Her hareketi kendilerine yediremezler.
Hara - kiri, utanç içinde yaşayamayacak Japonun, bir intihar yöntemidir.
Halen, bir Japon, kendine yakıştıramadığı bir hareketten dolayı canına kıyabilmektedir.
Yakın zamanda, ülkemizde, İzmit Körfezi’nde yapımı süren asma köprünün taşıyıcı halatının kopmasından kendisini sorumlu tutan Japon mühendis Ryoichi Kishi, “Sorumluluk benim” yazılı not bırakarak hayatına son vermişti.
Onur, bir milletin en önemli hasletlerindendir.
Milleti özgür yaşatan, başka milletlerin boyunduruğundan koruyan bir özgürlük içgüdüsüdür.
Asalet, milletleri, zaman zaman, içine düştükleri zor durumlardan kurtarır.
Başka milletlerin köleleştirme çabalarını boşa çıkarır.
Onur duygusu, zamanın aşındırıcı etkisine tabi gibi görünse de, görev günü geldiğinde, milletlerin ana meziyetleri, pırıl pırıl, ortaya çıkar.
Bu konuda Japonlar da, bize benziyor, boyunduruk altında yaşayacak bir millet değil, onlar da.
Ertuğrul 1890 destanı, acısını bizim çektiğimiz, asaletini, Japon halkının hakkıyla yaşadığı, gururlandığı bir destan.
Cafer Günday
Zamanı, menfaati aşar, ortaya destanlar çıkar.
Ertuğrul 1890 destanı, yüzyıllar boyu anlatılacak, insani değerleri yüceltecek bir dramdır.
Bir gece yarısı, hangi milliyetten olduğunu bilmedikleri bir geminin batması sonucu kıt imkanlarıyla, cansiperane kurtarmaya çalışmaları, sıradan japon köylülerini, bir anda, mitleştiriveriyor.
Onlar, bunu, kahramanlık için yapmıyorlar, onlar öyleler, tanımadıkları insanlar için, kendilerini tehlikeye atıyorlar, kıt imkanlarını onlar için seferber ediyorlar.
Ertuğrul olayı, japon halkının kahramanlık destanı olarak tarihte yerini almıştır. Bununla ilgili, kendileriyle ne kadar övünseler yeridir.
Bizim için, bu faciada aynı şeyleri söylemek biraz zor.
Bu seferin anlamsızlığı bir yana, uyarılara rağmen, fırtınalı havada yola çıkılması, facianın hazırlayıcısı olaylar.
Ayrıca, filmdeki bazı sahneler, bir Türk olarak yüzümüzü kızartmaktan geri durmuyor.
Bu fedakarlıkları yapan insanları, hırsızlıkla suçlayan bir yüzbaşı var, nihayetinde.
Japonlar'ın, yüzlerinin akıyla çıktıkları, Ertuğrul faciasında, biz, sınıfta kalmışız.
Bu, elbette, millet olarak, bizim de, başka zamanlarda, benzer fedakarlıkları yapmadığımız anlamına gelmez.
Japonların bu asaleti, ilk değil tarihte.
Japon milleti, gururlu millettir. Her hareketi kendilerine yediremezler.
Hara - kiri, utanç içinde yaşayamayacak Japonun, bir intihar yöntemidir.
Halen, bir Japon, kendine yakıştıramadığı bir hareketten dolayı canına kıyabilmektedir.
Yakın zamanda, ülkemizde, İzmit Körfezi’nde yapımı süren asma köprünün taşıyıcı halatının kopmasından kendisini sorumlu tutan Japon mühendis Ryoichi Kishi, “Sorumluluk benim” yazılı not bırakarak hayatına son vermişti.
Onur, bir milletin en önemli hasletlerindendir.
Milleti özgür yaşatan, başka milletlerin boyunduruğundan koruyan bir özgürlük içgüdüsüdür.
Asalet, milletleri, zaman zaman, içine düştükleri zor durumlardan kurtarır.
Başka milletlerin köleleştirme çabalarını boşa çıkarır.
Onur duygusu, zamanın aşındırıcı etkisine tabi gibi görünse de, görev günü geldiğinde, milletlerin ana meziyetleri, pırıl pırıl, ortaya çıkar.
Bu konuda Japonlar da, bize benziyor, boyunduruk altında yaşayacak bir millet değil, onlar da.
Ertuğrul 1890 destanı, acısını bizim çektiğimiz, asaletini, Japon halkının hakkıyla yaşadığı, gururlandığı bir destan.
Cafer Günday
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)