Ülkemizde, idam cezası, 2004 senesinde, 5218 sayılı kanunla, bütün suçlar için kaldırılmıştır.
Ancak, vicdanları kanatan bir olay yaşandığında, idam cezası geri gelsin eğilimi, ağırlık kazanıyor.
Bazı olaylar, o kadar ağır ki, toplumun öfkesi, yakılsın, parçalansın, idam edilsin gibi ceza taleplerine dönüşebiliyor.
Halbuki, idam cezasının bütün suçlar için kaldırılması, hukuk sistemimizdeki bir ilerlemedir.
İdam cezası yerine, tecrit etme, ağırlaştırılmış ömür boyu hapis gibi, belki, idamdan daha ağır cezalar da, söz konusudur.
Burada mesele, hukuk sistemi dışında mı, içinde mi, düşünüldüğü olmalıdır.
Eğer, hukuk sistemi dışına çıkarsanız, geriye nasıl döneceksiniz ?
Suç kavramı, ceza kavramı, hukuk sistemi içinde düzenlenmelidir.
Kanunlar yetersizse, yeni kanunlar çıkarılır.
Nihayetinde, yasama organı görevinin başındadır.
Hukuk dışı çözümlerin dile getirilmesi, modern toplum olamamanın bir handikapıdır.
Hukuk devletinde, hukuk toplumunda, her şey, hukuk sistemi içinde tanımlanır ve karara bağlanır.
Bunun dışında bir çözüm akla bile getirilmez.
Son hunhar cinayette, cinayeti işleyenlerin, cezaevindeki işleyiş içinde cezalarının verilmesini beklemek de, nihayetinde, aynı kapıya çıkar.
Biz, toplum olarak, meselelerimizi hukuk içinde çözmeye mecburuz.
Hukuk sistemimiz yeterli değilse, bunu, yeterli hale getirmek durumundayız.
Ayrıca, yasama yetkisi, yürütme yetkisi, hukuk sistemi dışında düşünen, hukuk dışında çözüm üretmek isteyen insanların eline verilemez.
Suçun azaltılması, insanların suç işlemekten caydırılması, işin başka bir boyutudur.
Ülkemizde yaşanan bir çok kargaşanın nedeni, hukuk sisteminin yeterince işlememesidir.
Hukuk sisteminin, çeşitli menfaat grupları tarafından yönlendirilmeye çalışılmasından kaynaklanmaktadır.
Hakimler ve savcılar, kanunlara ve kendi vicdanlarına göre, serbestçe karar verebilmelidirler.
Hukuk sistemi, önüne gelenin eline geçireceği bir oyuncak değildir, olmamalıdır.
Herkes, hukuk sisteminin önüne boynunu uzatmalıdır ve bundan kaçış olmamalıdır.
İdam cezasını tamamen, bütün suçlar için kaldıran hukuk sistemimiz için, bu karar, ileri, modern bir adımdır.
Bunu, tekrar geri getirmeye çalışmak yerine, cezalandırma seçeneklerinin, gözden geçirilmesi düşünülmelidir.
Ağırlaştırılmış ömür boyu hapis, kelimenin gerçek anlamında, ağırlaştırılmış ve ömür boyu olmalıdır.
Bu cezayı alan suçlu, hiç bir şartta, ölmeden, cezaevinden çıkamamalıdır.
Hakim, bu cezayı verirken de, bunun anlamını bilerek verecektir zaten.
Vicdanlar kanarken, bu tür talepler normal gibi görünmesine rağmen, işin esasında, geri adım atmaktan başka bir şey değildir.
Sağlam, tarafsız, etkin bir hukuk sisteminden başka güveneceğimiz bir yapı yoktur, olmamalıdır.
Cafer Günday
16 Şubat 2015 Pazartesi
15 Şubat 2015 Pazar
20 Yaşındaki Özgecan Aslan Vahşi Cinayeti, Bize, Ne Söylemek İstiyor ?
Cinayetin kurbanı, bir kadındır.
Kurban, gençtir.
Cinayetin nedeni, cinselliktir.
Erkekteki cinsel güdü, kadındaki güdüye göre, baskın ve saldırgandır.
Ama bu baskınlık, her erkekte, tacize, tecavüze, cinayete dönüşmez.
Bu saldırgan güdüyü ehlileştiren erkek sayısı çoktur.
Ehlileşemeyen erkek sayısı azdır ama vardır.
Bu grup erkekler, kadınlara, kendi eşlerine, belki, arkadaşlarına, çocuklarına bile, her türlü tacizi, tecavüzü yapabileceklerini düşünmektedirler.
Bu grubun, erkeklerle bir ilgisi yoktur, çünkü, bunlar, hastalıklı kişilik taşımaktadırlar.
Eğer, bu vahşilikleri, erkeklikle özdeşleştirirseniz, ortaya, erkek düşmanlığı çıkar ki, bu da, çözümsüzdür, yeni problemleri beraberinde getirir.
Dolayısıyla, mesele, erkeklik - kadınlık meselesi değildir.
Ruhsal - zihinsel sapkınlık meselesidir.
Diğeri, erkeklere yapılan haksız ithama dönüşür.
Aynı sapkınlığa, başka biçimlerde kadınlar da, kapılabilir ve kapılmaktadır.
İçinde yaşadığımız toplumlar, yabancılaşmayı hızlandırmıştır.
Rekabet, insanları, sürekli bir didişme içine sokmuştur.
Aile birliktelikleri, temelinden sarsılmıştır.
Kadının erkeğe, erkeğin kadına yaklaşımı başkalaşmıştır.
Bütünleyicilik, hasımlığa, birbirini kullanmaya doğru kaymıştır.
Günlük geçim telaşı, hayatın zorlaşması, insanları hırçınlaştırmış, çocuk eğitimini zayıflatmıştır.
Kavga, ailelerin birçoğunun günlük rutini haline gelmiştir.
Boşanmalar olağanlaşmıştır.
Çocuklar, parçalanmış ailelerde büyür hale gelmişlerdir.
Sevgi ve hoşgörünün zayıf olduğu ortamlarda yetişmektedirler.
Bunun üzerine binen rekabet ve bencillik, gençleri zorlamaktadır.
Din ve siyaset istismarı, yönetici ve iş dünyasının acımasız şartları, insanları, gençleri, acımasızlaştırmaktadır.
Kullanılan insanlar, kullanmaya meyletmektedirler.
Maddi Dünya'nın öne çıkarılması, tüketme, haz için yaşama anlayışını yaygınlaştırmaktadır.
Biz, bu hunhar cinayetle birlikte, bir sonuçla karşılaşmış olduk.
Altyapısı kurulan, olgunlaşan, bu zihniyetle yetişmiş, toplumda, serseri mayın gibi dolaşan insanlardan, bir kaçı patladı, bu cinayette.
Patlamaya hazır, hala, ortalıkta dolaşmaya devam eden, onlarca, serseri mayın da, yaşamaya devam etmektedir.
Türk toplumu, sadece, bu cinayette değil, yaşadığı bir çok olumsuzlukta da, kendini, sorgulamaktadır.
Gidiş yönünden, rahatsız olmaya başlamıştır.
Bu cinayetin insanları ayağa kaldırması, sadece, cinayetin kendisinden değildir.
Bir toplumsal homurtu, huzursuzluk, bu cinayeti, kendisine bayrak seçmiştir.
Dur demezse, bu ve benzeri vahim hadiselerin devam edeceğini, içgüdüsel olarak kavramaya başlamıştır.
" Antikorlar " bakteriyi, virüsü sezmiş ve virüsün vücuda girdiği yere doğru harekete geçmiştir.
Toplum, hak ettiğini düşündüğü noktaya kadar sesini yükseltecektir.
Karşı çıkmaya başlama, toplumun, huzursuzluk eşiği demektir.
O noktaya kadar sesini çıkarmayan insanlar, " Artık, yeter " demeye başlamışsa, eşiğe gelinmiş demektir.
Dolayısıyla, bu nokta, dirençli bir noktadır ve buradan geriye gidiş yavaşlayacaktır, artık.
Ama durmayacak, yine benzer olaylar devam edebilecektir,
O zaman da, toplum, sesini, daha gür çıkarmaya başlayacaktır.
Demek ki, artık, toplumun, sınır değerlerine yaklaşılmıştır.
Türk toplumunun olduğunu düşündüğümüz değil de, gerçek tepki seviyesi, kendini göstermeye başlamıştır.
Toplum mühendisleri, elbette, bunları, ince ince hesaplamaktadırlar.
Ancak, nihayetinde, ne kadar hesaplanırsa hesaplansın, gidiş yönünü ve hızı, toplumun tepkisinin gücü belirleyecektir.
Toplum, bu hunhar cinayetle birlikte, kendini sorgulamayı, yüksek sesle yapmaya başlamıştır.
Cafer Günday
Kurban, gençtir.
Cinayetin nedeni, cinselliktir.
Erkekteki cinsel güdü, kadındaki güdüye göre, baskın ve saldırgandır.
Ama bu baskınlık, her erkekte, tacize, tecavüze, cinayete dönüşmez.
Bu saldırgan güdüyü ehlileştiren erkek sayısı çoktur.
Ehlileşemeyen erkek sayısı azdır ama vardır.
Bu grup erkekler, kadınlara, kendi eşlerine, belki, arkadaşlarına, çocuklarına bile, her türlü tacizi, tecavüzü yapabileceklerini düşünmektedirler.
Bu grubun, erkeklerle bir ilgisi yoktur, çünkü, bunlar, hastalıklı kişilik taşımaktadırlar.
Eğer, bu vahşilikleri, erkeklikle özdeşleştirirseniz, ortaya, erkek düşmanlığı çıkar ki, bu da, çözümsüzdür, yeni problemleri beraberinde getirir.
Dolayısıyla, mesele, erkeklik - kadınlık meselesi değildir.
Ruhsal - zihinsel sapkınlık meselesidir.
Diğeri, erkeklere yapılan haksız ithama dönüşür.
Aynı sapkınlığa, başka biçimlerde kadınlar da, kapılabilir ve kapılmaktadır.
İçinde yaşadığımız toplumlar, yabancılaşmayı hızlandırmıştır.
Rekabet, insanları, sürekli bir didişme içine sokmuştur.
Aile birliktelikleri, temelinden sarsılmıştır.
Kadının erkeğe, erkeğin kadına yaklaşımı başkalaşmıştır.
Bütünleyicilik, hasımlığa, birbirini kullanmaya doğru kaymıştır.
Günlük geçim telaşı, hayatın zorlaşması, insanları hırçınlaştırmış, çocuk eğitimini zayıflatmıştır.
Kavga, ailelerin birçoğunun günlük rutini haline gelmiştir.
Boşanmalar olağanlaşmıştır.
Çocuklar, parçalanmış ailelerde büyür hale gelmişlerdir.
Sevgi ve hoşgörünün zayıf olduğu ortamlarda yetişmektedirler.
Bunun üzerine binen rekabet ve bencillik, gençleri zorlamaktadır.
Din ve siyaset istismarı, yönetici ve iş dünyasının acımasız şartları, insanları, gençleri, acımasızlaştırmaktadır.
Kullanılan insanlar, kullanmaya meyletmektedirler.
Maddi Dünya'nın öne çıkarılması, tüketme, haz için yaşama anlayışını yaygınlaştırmaktadır.
Biz, bu hunhar cinayetle birlikte, bir sonuçla karşılaşmış olduk.
Altyapısı kurulan, olgunlaşan, bu zihniyetle yetişmiş, toplumda, serseri mayın gibi dolaşan insanlardan, bir kaçı patladı, bu cinayette.
Patlamaya hazır, hala, ortalıkta dolaşmaya devam eden, onlarca, serseri mayın da, yaşamaya devam etmektedir.
Türk toplumu, sadece, bu cinayette değil, yaşadığı bir çok olumsuzlukta da, kendini, sorgulamaktadır.
Gidiş yönünden, rahatsız olmaya başlamıştır.
Bu cinayetin insanları ayağa kaldırması, sadece, cinayetin kendisinden değildir.
Bir toplumsal homurtu, huzursuzluk, bu cinayeti, kendisine bayrak seçmiştir.
Dur demezse, bu ve benzeri vahim hadiselerin devam edeceğini, içgüdüsel olarak kavramaya başlamıştır.
" Antikorlar " bakteriyi, virüsü sezmiş ve virüsün vücuda girdiği yere doğru harekete geçmiştir.
Toplum, hak ettiğini düşündüğü noktaya kadar sesini yükseltecektir.
Karşı çıkmaya başlama, toplumun, huzursuzluk eşiği demektir.
O noktaya kadar sesini çıkarmayan insanlar, " Artık, yeter " demeye başlamışsa, eşiğe gelinmiş demektir.
Dolayısıyla, bu nokta, dirençli bir noktadır ve buradan geriye gidiş yavaşlayacaktır, artık.
Ama durmayacak, yine benzer olaylar devam edebilecektir,
O zaman da, toplum, sesini, daha gür çıkarmaya başlayacaktır.
Demek ki, artık, toplumun, sınır değerlerine yaklaşılmıştır.
Türk toplumunun olduğunu düşündüğümüz değil de, gerçek tepki seviyesi, kendini göstermeye başlamıştır.
Toplum mühendisleri, elbette, bunları, ince ince hesaplamaktadırlar.
Ancak, nihayetinde, ne kadar hesaplanırsa hesaplansın, gidiş yönünü ve hızı, toplumun tepkisinin gücü belirleyecektir.
Toplum, bu hunhar cinayetle birlikte, kendini sorgulamayı, yüksek sesle yapmaya başlamıştır.
Cafer Günday
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)