30 Kasım 2014 Pazar

Ak - Saray, İsraf Mıdır ?

İsraf : Gereksiz yere para, zaman, emek vb.ni harcama, savurganlık...
Ülkemizdeki israflardan ve sermaye sisteminin tabiatından kaynaklanan israflardan örnekler verelim.


Ülkemizde, 3.000.000 memur var.
Halbuki, devlet işleri, modernizasyonla, 500.000 kişiyle görülebilir.
2.500.000 kişi x 1.500 USD x 12 ay = 45 milyar USD fazladan yapılan gelir ödemesi yıllık.




Ülkemizde, yaklaşık, kayıtlı, 2.500.000 işsiz var.
İşte çalışmak istediği halde çalışamayan, üretmek istediği halde üretemeyen 2.5 milyon insan.
2.500.000 x 1.500.- USD x 12 ay = 45 milyar USD üretilemeyen gelir ve katma değer.
Siz, bunu, ikiyle çarpın.


" Ülkeler arası işgücü verimliliği karşılaştırıldığında çok geniş farklar vardır. Örneğin Türkiye’deki işgücü verimliliği ABD ve Almanya’daki işgücü verimliliğinin kabaca dörtte biridir. Bu farklar o ülkedeki işçilerin çalışkanlıkları veya tembelliklerinden ziyade ülkelerin ekonomik gelişmişlikleri, teknoloji düzeyleri ve çalışma koşulları ile ilgilidir. Fakir ülkede günlük çalışma saati daha fazla bir işçinin verimliliğinin ve gelirinin zengin ülkede daha az çalışan bir işçiden az olmasının sebebi; teknoloji ve eğitim düzeyi, işkolu, iş süreçleri, yönetim kalitesi (devlet, şirket, üniversite, STK…) siyasi ve ekonomik istikrar, vb. diğer faktörlerdir. Yurdum işçisinin Türkiye’de verimliliği 1 iken Almanya’da 4 olmasının sebebi işte bu sözünü ettiğimiz diğer faktörlerdir. "*


Yani, Almanya'daki 1 çalışana karşılık gelen çalışan sayısı, ülkemizde, 4 kişidir.
Ülkemizde, 28 milyon çalışan var.
Bu hesaba göre, 21 milyon kişi, boşa çalışıyor.
1 kişinin tutacağı tornavidayı, 4 kişi tutuyor.
21.000.000 x 1.000.- USD x 12 ay = 252 milyar USD ortalama verimsiz üretimden dolayı üretilen yıllık gelir.


Devletin, 193.000 kayıtlı aracı var.
Bu rakamı, çarpın, bölün, kamuya yükünü bulun.
240.000 lojman ve misafirhane var.
Bu rakamı da, çarpın bölün, kamuya yükünü bulun.
Devletin diğer, kurum ve kuruluşlarına girmiyoruz.
Kamunun işlettiği işletmelerdeki, görev zararlarının hesabını tutan var mı ?


Gelelim, sermaye sisteminin tabiatından gelen verimsizliklere ve israfa.
İşletmeler, piyasanın ne kadar talep edeceğini bilmedikleri için, her zaman stoklu çalışmak durumundadırlar.
Stok maliyeti dediğimiz şey, aslında, toplumun ödediği, gereksiz bir maliyettir.
Bu maliyet, hesaba, kitaba gelmeyecek kadar büyüktür.
Ve işletmelere ve topluma bir yüktür.

Benim malım daha iyi, benim malımı al, diye, tanıtım ve reklamlara harcanan para, ne kadardır ?
Bu reklamların, ürünün kendisine, ne faydası vardır ?
Sadece, tüketimi kamçılamak için yapılan reklam ve tanıtım harcamaları, hem işletmeler, hem de, toplum açısından, israftır.
Ve bu rakamlar da, hesaba gelmeyecek kadar, yüksektir.


Tarlada, kalan, aşırı üretimden dolayı heba olan, satılamayıp çöpe giden ürünün, haddi hesabı yoktur.
Ürününü, cicili bicili satabilmek için, ambalaja harcanan paranın, ürünün kendisiyle bir ilgisi yoktur.
Ambalaj sektörüne harcanan paranın, haddi hesabı yoktur.
Gereksiz ambalaj, hem işletmelere, hem de, topluma bir yüktür, israftır.


Vatandaşımızın, televizyon karşısına geçip, çekirdek çitleyerek geçirdiği zaman, israf değil midir ?
Köylümüzün işgücü verimliliğini düşündüğümüzde, 300.000 Volt elektrik çarpmışa döneriz.
Hiç düşünmeyelim, daha iyi.
Hiç bir faaliyet yapılmadan geçen bu zamanlar, israf değil midir ?


Ülkemizde, 22 milyon kronik hasta vardır. Kronik hastalıkların yıllık maliyetini, nasıl hesaplayacağız ?
Toplumumuzdaki kanserli hasta sayısı, 1.500.000 kişidir. Maliyeti, 2.5 milyar USD'dir.
Şeker hastası sayısı, 7.000.000 kişidir. Ülkemize yıllık maliyeti, 13 milyar USD'dir.
Sağlıklı bir hayat sürülebilecekken, bu maliyetler, israf değil midir ?


Her yıl sigaradan 120.000 kişi, hayatını kaybediyor.
Sigaraya, yılda, 7.5 milyar USD ödeniyor.
Ülkemizde, yılda, 1 milyar litre alkol tüketiliyor.
Alkole de, yılda ödenen para, ortalama, 7.5 milyar USD.
Alkol ve sigaranın, insana ne faydası var ?
Bütün bunlar, bir israf değil mi ?


Yaz aylarında, sahil kentlerinde, otellerde yaşanan israfın, haddi hesabı tutulmaz.
Evlerde, çöpe giden ekmeğin, tüketilmeden atılan gıdaların, hesabını, nasıl tutacağız ?


Toplu taşıma yerine, bireysel taşıma tercihi yapan ülkemizde, onlarca yıldan beri, otomotive ayrılan kaynak, karayollarına ayrılan kaynaklar, petrole giden paralar, hesaba, kitaba gelir mi ?
Ülkemizin doğusunda, hangi amaçla olduğunu hala bilemediğimiz ve onlarca cana ve paraya mal olan, yıllara yayılmış kör döğüşü, israf değil mi ?




Bütün bu savurganlıklar, onyıllardan beri devam ederken, tartıştığımız konu, şudur :
Ak - Saray, israf mıdır ?









Cafer Günday











* İşgücü Verimliliği Nedir? Nasıl Artar? (2005)
   Dr.Necdet Kenar

26 Kasım 2014 Çarşamba

Kadın - Erkek, Eşit Midir ?

Değildir.
Kadın, erkekten üstündür.
Erkek, kadından üstündür.
Çocuk da, her ikisinden üstündür.
Hepsi, birbirinden, faklıdır, birbirinden üstün, benzemez özellikleri vardır.



İnsanlığın soyunun devam etmesi, tek bir bedene emanet edilmemiş.
İkiye bölünmüş. Yumurta, kadına, sperm de, erkeğe, düşmüş.
İki yumurtadan, nasıl zigot oluşmazsa, iki sperm hücresinden de, zigot, oluşmaz.
Kadın erkeğe, erkek de, kadına muhtaçtır.


Sadece, bunlar da, değil.
Kadını erkeğe, erkeği de, kadına bağlayan, vazgeçilmez, ertelenmez, ötelenmez, başka şeyle telafi edilemez bir istek, arzu, bağ oluşturulmuş.
Bu bağ, hem bedensel arzuyla, hem de, ruhların, kişiliklerin, kimliklerin, cinsiyetlerin birbirini tamamlaması biçiminde kurgulanmış.



Kadın, erkeği, tamamlar.
Erkek, kadını, tamamlar.
İkisi de, bir bütündür.
Ayrılmaz, bölünmez, parçalanmaz.
Biri diğerinin üstüne çıkarak, çıkmaya çalışarak, bir yere varamaz.
Çözüm, üstünlükte değil, bütünleşmekte, yarımların tam olmasındadır.


Erkek, kadını ezerek, sömürerek, dışlayarak, horlayarak, bir yere varamaz.
Kadın, erkeğe, üstünlüğünü kabul ettirmeye uğraşarak, türlü kurnazlıklarla, erkeğin hayatını zehir ederek bir hedefe ulaşamaz.
Amaç, birbirini, ruhsal olarak da bütünleyen kadın ve erkeğin, bütünleşmesi olmalıdır.



Baba, annenin yerini alamaz, anne de, babanın.
Çocuğumu tek başıma yetiştirebilirim diye düşünen kadın da, yanılır, erkek de.
Çocuğu da, anne - baba birlikteliği, bütünler.
Huzurlu ve mutlu bir beraberlik içinde büyüyen çocuk, ruhsal doyumunu sağlayabilir.
Anne, babanın rolünü alamaz, baba da, annenin.




Parçalandıkça parçalanan, tek kişilik hücrelere hapsolan bir toplumun, huzuru ve mutluluğa ulaşması düşünülemez.
Ülkemizde hızlanan süreç, kadın ve erkeğin birbirinden kopuş, ayrılma sürecidir.
Bunda, kadının, yıllarca erkek egemenliğinde hapsolmasının etkisi de, inkar edilemez.
Ancak, çözüm, kadının erkeği, erkeğin de, kadını, düşman görerek, egemenliği altına almaya çalışmasında değildir.


Ayrımlarımızı, farklılıklarımızı öne çıkarırsak, ayrılacak çok şey buluruz.
Kopuşun, bölünmenin, farklılaşmanın, bizi, bir yere götüreceği yoktur.
En fazla, sonuç, yalnız, tek başına sürdürülen bir hayat ve parçalanmış ailelerde büyüyen, ruhları yaralı, anne - baba hasretiyle yanıp kavrulan çocuklar olacaktır.





Kadın - erkek, eşit değildir, bedensel ve ruhsal olarak farklıdır.
Kadın, erkekten üstündür, erkek de, kadından.
Kadın, erkeği tamamlar, erkek de, kadını.










Cafer Günday




20 Kasım 2014 Perşembe

Bizans Sarayları...

Bizans deyince, akla, entrika gelir.
Daha çok da, Bizans Saraylarında.
Bizans oyunu lafı da, buradan çıkmıştır.

Charles Maurice de Talleyrand - Perigord


İstanbul'u fethettiğimizde, Bizans İmparatorluğu'nun da, sonu gelmiş oldu.
Ancak, sadece, imparatorluğun.
Bizans kültürü, yavaş yavaş, alttan alta, kanımıza işlemeye başladı.
Asya bozkırlarında, at üstünde, yalın kılıç, özü sözü doğru atalarımızdan gelen zihni yapı, değişmeye başladı.
Bizans, kendi entrika anlayışını, zihinlerimize  " zerk etti ".



Sonra, seneler seneleri kovaladı ve bizde de, saray entrikaları görülmeye başladı.
Cumhuriyetle birlikte bu entrikalar, siyasi, bürokrasi kadrolarına taşındı.
Bir de, baktık ki, biz de, entrikacı olmuş çıkmışız.



Bu entrikacılığa, bir de, şark düşüncesinden gelen kurnazlıkları eklerseniz, ortaya, " Biz " çıkarız.
Biz, aslında, böyle değildik.
Ama değiştik.
Entrikacı, oyuncu, kurnaz, insanlar olduk, çıktık.
Yalın kılıç, at üstünde bozkırda, gücü gücü yetene savaşların verildiği insan tipinden, bugünlere geldik.




Ne batının pozitivizmini tam alabildik, ne de, tam anlamıyla şark tipi, Bizans tip kurnazlar olduk.
Bir ayağımız doğuda, bir ayağımız batıda, sallanıp duruyoruz.
Bir yerde saray lafı geçince, aklıma hep, entrikalar gelir, özellikle de, Bizans entrikaları.






Biz, değiştik.
Entrikacı insanlar olduk.










Cafer Günday












Entrika : TDK
hile    Ar. §³le
a. (hi:le) 1. Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, ayak oyunu, alavere dalavere, desise, entrika: “Gayet basit bir hile ile, saflığından istifade ederek işi başardı.” -R. H. Karay. 2. Çıkar sağlamak için bir şeye değersiz bir şey katma: Bu sütte hile var.

hile   İng. 1-2. trick, special effects
Sinema 1. Olağan çevirim uygulayımlarıyla gerçekleştirilmesi güç, pahalı, tehlikeli, zaman alıcı ya da olanaksız bulunan işlemlerin, optik, mekanik, kimyasal bazı özelliklerden yararlanılarak yapılanı; bu yolla elde edilen olağandışı, olağanüstü sonuçlar. TV. 2. Sinemadakine benzer sonuçların televizyonda elektronik yöntemlerle elde edileni.

hile   İng. trick, wile, cheating, stratagem, fraud
Bir çıkar nedeniyle hayvanın kusurlarını gizlemek veya daha iyi nitelikte göstermek için yapılan işlemler.
hîle    
aldatma.
 BSTS / Medeni Hukuk Terimleri Sözlüğü 1966

19 Kasım 2014 Çarşamba

Dikkat!.. Ülkemiz Yağmalanıyor, Doğamız Yok Olup Gidiyor...

Sinema eleştirmeni, yazar, Atilla Dorsay, bir yazısının başlığını böyle atmış.
Eğer böyleyse, doğru yoldayız, diye düşündüm.



Hem ülkemiz yağmalanacak, hem doğamız tahrip olacak, hem de, gittiğimiz yön doğru olacak.
Bu nasıl oluyor ?
Halbuki, mutluluk, huzur, temiz bir doğayla, malımızın, mülkümüzün çok olmasıyla olmaz mı ?
İnsanların evi, işi olur, kimse aç, açıkta kalmaz.
Ülkede, kazalar, cinayetler, yıkımlar olmaz, hırsız - uğursuzlar cirit atmaz.





Olsun, yine de, yolumuz doğrudur.
Uluslararası sermayeyle eklemleşmek, elbette, güllük - gülistanlık bir ortamda yaşanmayacak.
Sermaye, dizginlenmedikçe, azgınlığını ve yok ediciliğini ortaya koyacak.
Bu başlık, eğer doğruyu yansıtıyorsa, bu sürecin hızlandığını işaret eder.


Biz, ülke olarak, bu süreci, dün yaşamalıydık.
Dün yaşamadığımız için, bugüne kaldı.
Bugün de, yaşamazsak, yarına kalacak.



Ülkemiz yağmalanacak doğamız tahrip olacak, bunlar, iyi şeyler.
Sonuçları acı verici de, olsa, nihayetinde, yaşamamız gereken bir sürecin hızlandığını gösteriyor.
Bu süreç, böyle devam edecek, sonra, vatandaş, N'oluyoruz, diye, sormaya başlayacak.
İşte, o noktada, sermayenin ehlileştirilmesi de, başlayacak.
Müteşebbis de, iş yapayım, para kazanayım derken, katil olduğunu, fark edecek.

Kronos




Bunlar yaşanmadan, madenler çökmeden, ağaçlar kesilmeden, AVM'ler dikilmeden, ne yazık ki, düzelme başlamayacak.
İyileşme, hastalığın en derin dip noktasında, ağırlaştığında başlar.
Ağacı kesmesi gereken ağacı kesecek, yağmalaması gereken de, yağmalayacak.
E, bi zahmet, bunları durdurması gereken de, Sensin.
Yıllarca, yan gelip yattın, alkış tuttun, bana değmeyen, bin yıl yaşasın dedin.
Ama o bin yıl geldi, çattı işte.









İyiyiz, iyiyiz, her şey, mükemmel, tam olması gerektiği gibi.
Hadi bakalım, dur deme sırası sende...









Cafer Günday











15 Kasım 2014 Cumartesi

Zihin Cinayetleri...

Cinayet, önce, zihinde işlenir.
Sonra, gerçekleştirilir.
Bu, kuvveden, fiile çıkıştır.




Zihnimiz, her ne kadar, deli dolu bir at gibi oradan oraya koşsa da, nihayetinde, kurallara bağlı bir çizgi izler.
Her şeyi düşünür ama her şeyi gerçekliğe taşımayız.
Her düşündüğümüzü yapmış olsaydık, Dünya, muhtemelen, daha berbat bir yer haline gelirdi.


Önce, zihnimizde aldatır, sonra, aldatmayı yaşarız.
Önce, zihnimizde kopar, sonra, hayatımızda koparırız ilişkilerimizi.
Önce zihnimizde boşar, sonra mahkemeye dilekçe veririz.



Önce, zihnimizde, hırsız oluruz, sonra, hırsızlık yapmaya başlarız.
Önce, zihnimizde başarır, sonra hayatta başarılı oluruz.
Önce, zihnimizde arar, sonra Dünya'da aramaya başlarız.
Önce, zihnimizde yazar, sonra, kağıda dökeriz.


Madem önce, zihnimizde beliriyor her şey, zihnimizdeki bu düşünceleri belirleyen nedir ?
Neden, cinayet işliyoruz da, zihnimizde, insan kurtarmayı düşünmüyoruz ?
Zihninde cinayet işleyenle, zihninde insan kurtaran arasında, ne fark var ?
Zihninde tecavüz edenle, tecavüzü engelleyen arasındaki fark, nereden geliyor ?



Neden, bazılarımız hırsız da, bazılarımız, ateşe dokunur gibi korkuyor haram lokmadan ?
Neden, bazı ruhlar çirkin, karanlık, eciş - bücüş de, bazı ruhlar yüce, pırıl pırıl, aydınlık üretiyor ?




Neden, bazılarımız, yok etmeye  programlıyız da, bazılarımız, yapma, üretme peşindeyiz ?
Neden, bazılarımız, ağaç keserken, bazılarımız ağaç dikmeye uğraşıyoruz ?
Neden, bazılarımız, Dünya'yı güzelleştirmeye uğraşırken, bazılarımız, çirkinleştirmeye çalışıyoruz ?



Cinayet, önce, zihinde işlenir...







Cafer Günday


14 Kasım 2014 Cuma

Luddizm...

Makine kırıcılığı.
Makinelerin işlerini ellerinden aldığını düşünen bir grup çalışanın, makineleri tahrip etmesi.
Teknolojik gelişim, insanlığın zararına mıdır, yoksa, faydasına mı ?
İşsizlik olmasın diye, teknolojik gelişime karşı çıkmak, anlamlı mı ?




Bildiğimiz gibi, teknolojik gelişim, sermaye sisteminin, kalbidir, kaslarıdır.
Sistemin itici gücü, aktivasyon enerjisidir.
Teknolojik gelişim olmadan, sermaye sistemi var olamaz.
Dolayısıyla, sistem, üretim teknolojisini geliştirmek mecburiyetindedir.



Teknolojinin gelişimi, hangi sonuçları doğurur ?
Öncelikle, üretimde, insan emeğine olan ihtiyaç azalır.
Her üründeki birim emek miktarı, düşer.
Hatasız üretim artar. Fire, azalır.
Mesela, tek kişinin çalıştığı, tamamen robotlarla yürüyen bir fabrikada, hemen hemen, göz ardı bile edilebilir.
Bu, yığın üretimini ve ucuzlamayı getirir, beraberinde.
Yüzlerle, binlerle ifade edilen üretim miktarları, yüzbinlerle, milyonlarla ifade edilmeye başlanır.




Teknolojik gelişim, üretimdeki hata oranını, en aza indirir.
Makine, doğru programlanırsa, hata yapmaz.
İnsan hızının, onlarca kat üzerine çıkar.
Kaynak, daha kusursuz yapılır.
Vida, daha düzgün sıkılır.
Ameliyat, daha kusursuz olur. Kesi ameliyatın yerini, robotik cerrahiyle, kapalı ameliyat alır.

Makinenin sesi soluğu çıkmaz, doğum izni istemez, mesai saati kavramı yoktur.
Sistem, insana göre, makineyi tercih eder.
Makineleşme artınca, üretimdeki işgücü maliyeti, en aza çekilir.
Makine, sendikalaşmaz, karşı çıkmaz, düğmesine basınca çalışır, çekince, durur.



Müteşebbise sorsanız, " Makine mi, insan mı ? ", diye, Size, duraksamadan, " Makine ", der.
Siz, müteşebbis olsanız, vereceğiniz cevap, değişmez.
Makinenin yapabileceği bir işi, işgücüyle yapmaya çalışmak, anlamlı değildir.
Siz yapmazsanız, başkaları yapar ve rekabet dışı kalırsınız.
Dolayısıyla, makineleşme, keyfe keder değil, sistemin zorlayıcı bir unsurudur.




Aslında, insanların işsiz kalmasının nedeni, makineleşme gibi görünmesine rağmen, bu değildir.
Sistemin, başka aksayan yönleri, işsizliği üretir.
Fakat, insanların karşısına makine çıktığı için, makineleri, düşman gibi görürler.
Çünkü, ellerindeki işi alan, onlara göre, makinedir.
Böylece, farkında olmadan, teknoloji karşıtlığı, makine karşıtlığı oluşur.



Sermaye sisteminin mecburen, elinde olmadan ürettiği teknoloji, insanlığın faydasınadır.
Üretimin robotlaşması, yığın üretimi, ucuzlama, toplumların menfaatinedir.
Böylece, zaman içinde, üretim, insanlık için, bir zul olmaktan çıkacaktır.
İşsizliğin çözümü, teknolojiyi geliştirmemek, üretimde makineleşmeyi engellemek değildir.





Teknolojik gelişim, sermaye sisteminin, en modern, en ilerici, en geliştirici yönüdür.








Cafer Günday



13 Kasım 2014 Perşembe

Sermaye Sisteminin Geliştirici ve Yok Edici Yönleri...

İhtiyaç olmayan organ, yok olur.
İhtiyaç olmayan sistem, ortadan kalkar.
Sermaye sistemi, halen, insanlığın ihtiyacı olan bir ekonomik sistemdir.
Dolayısıyla, yapacağı işler, henüz, tamamlanmamıştır.



Ülkemiz, sermaye sistemiyle, tam entegre olmamıştır.
Uluslararası sermaye de, ülkemizle, tam anlamıyla entegre değildir.
İçinde bulunduğumuz süreç, hem, sermaye sisteminin kurumlaşması, hem de, uluslararası sermayeyle entegrasyon sürecidir.
Yaşadıklarımız, bu yeni yapılanmanın sonuçlarıdır.




Sermaye sistemi, insanlığı, bir noktadan almış, taşımaktadır.
Uzun bir süre de, taşımaya devam edecektir.
Sistem, bir topluma yerleşirken, kurumlaşırken, yaptıklarının yanında, yıktıkları da, olmaktadır.
Sistemin, tabiatın devamlılığı, insanın mutluluğu gibi kaygıları yoktur.
Sistem, kendi naturasını gerçekleştirir.
Bu gerçekleşme sırasında, yıkacağını yıkar, yapacağını da, yapar.




Sermaye sisteminin yıktıklarını, sistemin kendisinin tamir etmesini beklemek, anlamlı değildir.
Sistem, bütün insanları, kendine çalıştırana kadar, ilerlemeye devam eder.
Sistem, kendi haline bırakıldığında, bütün insanları, sermaye sahiplerini, çalışanları, toplumun bütün kesimlerini, kendinin kölesi haline getirir.
Herkes, sermaye sistemine çalışmaya başlar.
Tabiat da, hayvanlar da, sermaye sisteminin parçası olur ve onun kurallarına göre biçim alır.


Sermaye sistemi, bütün kurumlarıyla, toplumu esir aldığında, amacı, insan ve tabiat olmadığı için, bu konularda, yıkım getirir.
Sermaye, büyür, merkezileşir ama bunu, insanların mutsuzluğu, hayatı, canı pahasına, tabiatı, hayvanları yok etme pahasına gerçekleştirir.



Sermaye sistemi, kontrol altına alınmadıkça, hırçınlaşır ve agresifleşir.
Yok edici özelliği, öne çıkar.
Aslında, sistemin amacı, yok etme değildir.
Fakat, ne pahasına olursa olsun birikme ve merkezileşme çabası, yok etmeyi de, beraberinde getirir.



Sistem, sistem dışı duran ve sermayeleşebilecek bütün değerleri, sistemin içine çeker.
Araziler, su kaynakları, üretim dışı işgücü, ağaçlar, tabiat, göller, ırmaklar, denizler, hayvanlar, hızla, sermayeleştirilir.
Ve bu değerler, sermayenin çoğalması, birikim için, kullanılmaya başlanır.
İşgücünü eğitir, üretime çeker.
Bu, kaçınılmaz bir süreçtir.
Bu, acılı bir süreçtir.
Ülkemiz, bu süreçle, yeni yeni, tanışmaktadır.



Modern sermaye toplumları, bu süreçleri geride bırakmış ve kendi içinde, sistemi, belli ölçülerde ehlileştirebilmiştir.
Kurallarla, hukukla, sistem, zincirlenmiştir.
Ancak, yine de, sistemin, zarar verici yönleri, tamamen yok edilemez.
Fakat, insanlık, hala, bu sistemi aşma seviyesine gelmediği için, birlikte yaşamaya da, devam edecektir.


Bugün, teknolojinin geldiği nokta, sermaye sisteminin eseridir.
Üretimin merkezileşmesi, yığın üretimi, yine, sistemin başarısıdır.
Mal ve hizmet üretiminin ucuzlaması, yığınların kullanımına sunulması da, sistemin başarıları arasındadır.
Toplumların üretim sürecinde eğitilmeleri, rekabetin getirdiği, işletme içi verimlilik kavramları, sistemin olmazsa olmazlarındandır.


Sermaye sistemi, insanlığa, üretim, çoğaltma ve merkezileşme temelinde yön çizer.
Bu çerçevede, diğer unsurlar, geri planda kalır.
Bu çerçevenin gerisinde bulunan toplumları, bu çizgiye kadar ilerletir, geliştirir.
Dolayısıyla, sistemle bütünleşmemiş toplumların kalıplarını kırar, üretime çeker, diğer anlayışları silikleştirir, yok eder.
İnsanlar arasındaki yapay ayrımları ortadan kaldırır ve üretimdeki konumlarına göre, yeniden biçimlendirir.



Bizim, toplum olarak, sermaye sisteminden geri olan çok yönümüz var.
Bu yönlerimiz törpülenene, yok olana kadar, acı çekeceğiz.
Sistem, kendisini, bize, öğretecektir, öğretmeye de, başlamıştır.
Mesele, ağaçlar söküldü, AVM'ler dikildi, sularımız parselleniyor, insanımız, madenlerde, iş facialarında, hayatını kaybediyor meselesi değildir.
Mesele, daha derindir, bizim, sermaye sistemiyle eklemleşme meselemizdir.


Modern sermaye toplumlarının geldiği seviyeye geldiğimizde, sermaye sistemiyle eklemleştiğimizde, meselelerimiz de, farklılaşacaktır.
Şu anda, onların yaşadıkları meseleleri, o zaman, biz de, yaşamaya başlayacağız.
Sermaye, toplumları eğittiğinde, kendi olgunluk düzeyine getirdiğinde, bu kez de, toplumlar, sermayenin yıkıcı yönlerine karşı çıkmaya başlayacaktır.
Modern sermaye toplumlarının meselesi, budur.
Sistem, kendi geliştirdiği, modernleştirdiği toplumlar tarafından dizginlenecek ve değişmeye zorlanacaktır.






İhtiyaç olan sistem, varlığını sürdürür.
Bütün, aksak, eksik, yıkıcı yönlerine rağmen, insanlığın sermaye sistemine olan ihtiyacı devam etmektedir.
Bu ihtiyaç ortadan kalktığında, sistem de, kendi içinde, dönüşümünü tamamlamış olacaktır.
Bu gelişimi yapacak olan da, yine, sistemin kendisidir.








Cafer Günday























8 Kasım 2014 Cumartesi

Sermayenin, Vahşi Yüzüyle, Tanışmaya Başladık Mı ?

İşyeri ölümlerindeki artış...
Doğal örtünün talanı...
Atıl duran girdilerin, ekonomiye çekilmesi...
Çalışma şartlarının ağırlaşması...
Mülksüzleşmenin, hızlanması...
Merkezileşme...



Bunlar, sermayenin, can acıtıcı yüzüdür.
Gittikçe hızlanan bir aracın fren mekanizmasının olmaması, hangi neticelere yol açarsa, sermaye sisteminin hırsı da, dizginlenmezse, sermaye sahipleri de, dahil olmak üzere, herkesin başına bela olur.


Sermaye sisteminin hareket motorları bellidir.
Sermaye sisteminin tabiatı, çoğalma ve merkezileşme temelindedir.
Sermaye sistemi, yerleşmeye başladığı her toplumda, aynı neticeleri üretir.
Bu, İngiltere'de de, böyleydi, Amerika'da da, Japonya'da da.
Şimdi, Çin'de de, böyle, Rusya'da da.


Sermaye sistemi etkinleşmeye başladığında, bu neticelerin yaşanması, kaçınılmazdır.
Toplumlar, sistemin olumsuz, yok edici yönleriyle karşılaştıkça, uyanırlar ve bu yönleri, ehlileştirmeye çalışırlar.
Nasıl ki, vahşi bir atı, ehlileştirip binilir hale getirmek için, eğitmek gerekiyorsa, sermaye sistemi için de, benzer bir süreç yaşanır.
Ve esas olarak da, bu sürecin başlamış olması, ülkemiz için, faydalıdır, gidiş yönü de, gelişmeye, modernleşmeye doğrudur.



Bu ehlileştirme, tek bir kesim tarafından yapılamaz.
Toplumun, bütün kesimleri, bu ehlileştirmede görev almalıdır.
Bu ehlileştirme yapılmazsa, yok edici, azap verici, olaylar, kayıplar, devam edip gider.
Ülkemizde, bu süreç, işlemeye başlamıştır.
İştahı kabarmış sermaye, ülkeyi taramaya başlamıştır.


Ve bu etkinleşmenin sonuçları da, ortaya çıkmaya başlamıştır.
Ortaya  çıktıkça da, rahatsızlık artmaya başlamıştır.
Bu, bir süre daha devam edecek ve toplum, ehlileştirmenin yollarını arayacak.



Ehlileştirme, ne kadar sürebilir ?
Bu, Sizin, toplum olarak, acılara ve yok edilmeye, ne kadar dayanacağınıza bağlı.
Hızlı davranırsanız, kısa sürede ehlileştirirsiniz, yok, zamana yayarsanız, çektiğiniz acılar, uzun süre, devam eder.
Sermaye sisteminin ilk filizlendiği ülkeler, bu acıları, yıllarca çektiler.
Sonra, dengeler gelişti ve kendi içlerinde, ehlileştirebildikleri kadar ehlileştirdiler.





Modern sermaye toplumlarının, seneler önce yaşadıklarını, yaşamaya hazır mısınız ?









Cafer Günday






4 Kasım 2014 Salı

Kanser Tedavisinde, Yeni Yöntemler...

Kanser, hücrelerde, DNA'nın hasarı sonucu, hücrelerin kontrolsüz ve anormal bir şekilde büyümesi ve çoğalmasıdır. Günde, vücudumuzda, ( DNA'da ), yaklaşık, 10.000 mutasyon olmasına rağmen, immün ( bağışıklık sistemimiz ), her milisaniye vücudumuzu tarar ve kanserli hücreleri yok eder.




Aslında, göz ardı edilecek seviyede, her an kanser oluruz ama bağışıklık sistemimiz, bizi korur.
Kanserli hücreler, bağışıklık sistemi tarafından kontrol edilemez hale geldiğinde, kontrol kaybedilmeye başlanır.
Ve kanser ilerler.
En yüksek seviyesine çıktığında, organizmanın canlılığını tehdit eder ve nihayetinde, ölüm gerçekleşir.



Bilim İnsanları, kendi dışından bu ve benzer konulara müdahale edilmesini pek sevmezler.
Bütün çözümleri, Bilim Dünyası'nın bulabileceğini düşünürler.
Bu konularda bilgisi olmayanın, her önüne gelenin konuşmasını istemezler ve ciddiye almazlar.
Bilim, elbette, önümüzü aydınlatan bir el feneridir.
Fakat, Bilim Dünyası dışından çözüm üretilemeyeceği, buluş yapılamayacağı söylendiği zaman, durum değişir.



Halbuki, bu tür zor konularda, çözümü tam olarak bilinemeyen konularda, herkes düşünmeli, zihnini yormalıdır.
Bilim Dünyası'nın bile çözüm üretemediği bir problem, ilgisiz bir zihin tarafından çözüme kavuşturulabilir.
Kanser, bunlardan biridir.
Bilim Dünyası, kanseri, ilaçla, ilaç tedavisiyle çözmeye çalışmaktadır.
Bunda da, mesafe aldığı inkar edilemez.



Ancak, acaba, kanser tedavisinde, tek yöntem, ilaç tedavisi midir ?
Başka, yöntemler, çözümler üretilemez mi ?



İlk sonuçları geçtiğimiz hafta yayınlanan yeni bir çalışmada, 2 - 4 gün gibi uzun açlık sürelerinin, sadece, kemoterapinin yan etkilerinden korumakla kalmayıp, ayrıca uyku halindeki kök hücrelerin bağışıklık hücrelerine dönüşümünü ve eski - hasarlı olanların temizlenmesini de, tetiklediğini göstermiştir.
Kök hücre Dergisi'nde yayınlanan ve Güney Kaliforniya Üniversitesi'nden araştırmacıların gerçekleştirdiği bu çalışma, bir organın veya kök hücre sisteminin doğal bir müdahale ile yeniden yapılanmasının sağlanabileceğini gösteren ilk çalışmadır.



Bu çalışmanın önemi, bedenin bağışıklık sistemine duymamız gereken güveni açığa çıkarmasından gelmektedir, kanımca.
Kanseri yenecek olan, bağışıklık sistemimizdir.
Kemoterapi, kanserli hücreleri öldürmekle birlikte, bedenin bağışıklık sistemini de, bir hayli zayıflatmaktadır.
Bu çalışma, bize, aç kalarak, oruç tutarak, doğal yoldan, bağışıklık sistemimizi güçlendirebileceğimizi söylemektedir.
Bize, tekrar, bedenimize, bedenimizin bağışıklık sistemine güvenmemiz gerekliliğini işaret etmektedir.



Aç kalarak, kanserin iyileştirilebileceği gibi, akla zor gelecek bir yöntem, pekala, başat tedavi biçimi olabilir.
Bu konu, araştırma gündemine girdiğine göre, devamı gelecektir, kuşkusuz.
Her halukarda, bedenimizin hastalıklardan korunmasında ve iyileşme sürecinde güvenmemiz gereken mekanizma, bellidir:
Bedenimizin bağışıklık sistemi.






Cafer Günday