İstiyorsak, ne yapmamız lazım ?
Kafa kesmek mi, Vahşice, öldürmek mi ?
Recm yapmak mı ?
Kadınları, eve kapatmak, sosyal hayattan çekmek mi ?
Diktatörlükler kurmak mı ?
Sorgulamayan, her denilene kafa sallayan nesiller yetiştirmek mi ?
Karşı düşünceye müsamahasız davranmak mı ?
Gavur demek mi ?
Çalmak mı, hırsızlık mı ?
Rüşvet mi ?
Tecavüz mü ?
Cariye ve köle sistemini geri getirmeye çalışmak mı ?
Çocuk yaştaki kızları, kadın gibi görmek mi ?
Dünya, bizi, biz, Müslümanları seyrediyor.
Ne yapıyor bunlar, diye bakıyorlar.
Gördükleri, hoş manzaralar değil.
Biz, 7 milyar insanı, böyle Müslüman yapamayız.
Bu hayat bakışıyla, 1.5 milyar Müslüman sayısı da, azalmaya başlar.
Böyle yaparak, ancak, kendimizden uzaklaştırırız.
İnsanları, korku salarak, Müslüman yapabilir miyiz ?
Antipati üretiriz.
İkna edemeyiz.
Hoşgörülü olmalıyız.
Farklı fikirlere ve inançlara saygılı olmalıyız.
Hayat biçimlerini zorla dayatmaya çalışmamalıyız.
Yalan söylememeli, çalmamalıyız.
Dürüst olmalı, tecavüz etmemeliyiz.
Hile, hurdadan uzak durmalıyız.
Osmanlı'nın inanç hoşgörüsü, Hazreti Ömer adaleti, bugün, geçerli değildir.
İslam toplumları, yaşam biçimleri, dini uygulayışları, zenginlikleri açısından, geri düşmüş durumdadır.
Müslüman ülkeler ve Müslümanlar, fakir ve yoksundurlar.
Bunun nedenini de, dışarıda değil, kendi anlayışlarında aramalıdırlar.
Müslüman toplumlarının meseleleri, dışarıdan değil, kendilerinden kaynaklanmaktadır.
Bugün, Müslüman olmayanlar, islam düşüncesinden korkmaya başlamışlardır.
Bu, İslamiyet açısından, bir geriye gidişi, ifade etmektedir.
Bu bozulan imajı düzeltmek, kolay olmayacaktır.
Müslümanlığın Dünya'da yayılmasını istiyorsak, örnek hayat biçimleri yaşamalıyız.
Diğer din ve inanç sistemlerini benimseyenleri, hayat biçimlerimizle, Müslüman olmaya özendirebilmeliyiz.
Dünya, bizi, örnek gösterebilmelidir, örnek almalıdır.
Cafer Günday
30 Eylül 2014 Salı
26 Eylül 2014 Cuma
Rekabet Etmek Zorunda Mıyız ?
Esasen, işin aslında, insan, doğası gereği, kendisi dışında, kimseyle rekabet etmemelidir.
Aşması, geliştirmesi, gereken kendisidir.
Kendini ilerletmeli, kendini geliştirmelidir.
Olgunlaştırmalı, eğitmeli, eksiklerini gidermeli, hedeflerine doğru emin adımlarla gitmeyi bilmelidir.
Tam olmaya doğru, insan-ı kamile doğru, yol almalıdır.
Ancak, sosyal ortam, bize, başka bir rekabeti de, dayatmaktadır.
Sermaye sisteminin temelinde, rekabet vardır.
Bu rekabetin yapıcı yanları olduğu gibi, yıkıcı yanları da, vardır.
Sistem, kimsenin gözünün yaşına bakmaz.
Sistemde, rekabet, kıran - kıranadır.
Üzerine basar, geçersiniz.
El koyar, alırsınız.
Mevcut Dünya'da rekabet, ortamla, başkalarıyladır.
Sizin büyümeniz, gelişmeniz, başkalarının aleyhine olacaktır.
Siz, kazanmak için, başkalarını geçmek zorundasınız.
100 kişinin alınacağı bir işe, 1000 kişi başvuruyorsa, diğer 900 kişiyi geride bırakabilmeniz lazımdır.
Bir ihaleye, 20 firma giriyorsa, ihaleyi alan firma, diğer firmaları saf dışı bırakır.
İşletmenizi büyütebilmek için, piyasadan daha fazla pay kapabilmelisiniz. Pazar payınız büyüdüğünde, diğer firmaların pazar payı küçülmüş olacaktır.
Hatta, başka firmaların kapanması, iflas etmesi, Sizi, ilgilendirmez.
Siz, sadece, kendi, işletmenizi düşünürsünüz. İşin tabiatı, böyledir.
Yarışmalardaki rekabeti, biraz farklı düşünmekte fayda olabilir.
Yarışmada, aslında, kişi, kendisiyle yarışıyordur, kendini aşmaya çalışıyordur.
Kendini aştıkça, diğer insanları da, geride bırakacaktır.
Ve ödül neyse, ona ulaşacaktır.
Bu anlamda yaşanan bir rekabet, yok edici bir rekabet değil, geliştirici bir rekabettir.
O nedenle, spor yarışmaları, olimpiyatlar, bilgi yarışmaları, sanat yarışmaları, mimari yarışmalar, yıkıcı bir rekabet değil, geliştirici bir rekabet ortamı oluştururlar.
Yıkıcı rekabeti üreten, sermaye sisteminin, kendi tabiatıdır.
Sermaye sisteminin ürettiği yıkıcı rekabeti, yaşamak zorunda mıyız ?
Bu yıkıcı rekabetten, kaçış - kurtuluşumuz olabilir mi ?
Ne yazık ki, insanlığın içinde bulunduğu bilinç düzeyi, bu rekabeti gerektirmektedir.
Sermaye sistemi, insanlığa zorla dayatılan bir ekonomik ve sosyal sistem değildir.
İnsanın bilinç seviyesine denk gelen bir sistemdir ve istenmeyen bir sistem gibi görünse bile, istenen, layık olunan bir sistemdir.
Sermaye sistemi de, durduğu yerde durmamaktadır.
Sistem, olgunlaştıkça, sistem içindeki yıkıcı rekabet, bilinç seviyesi geliştikçe, yapıcı rekabeti zorlamaktadır.
İşletmeler içinde, yıkıcı rekabet, yapıcı işbirliklerine dönüştürülmeye çalışılmaktadır.
Çünkü, yıkıcı rekabet, işgücü kayıplarına neden olmakta, insanları mutsuz etmektedir.
Genel ekonomideki yıkıcı rekabet de, değer kaybına neden olmakta, yıllanmış firmalar kapanmakta, insanlar mutsuz olmaktadır.
Yıkıcı rekabetin en vahim sonucu da, savaşlardır.
Yıkıcı rekabet, insanlığın bilinç seviyesi geliştikçe, yerini, yapıcı, üretici, geliştirici rekabete bırakacaktır.
İnsanlık, yapıcı rekabetin getirdiği olumlu sonuçları gördükçe, yaşadıkça, yıkıcı rekabetten, yapıcı rekabete yönlenecektir.
İnsanlık, daha iyiye ulaşabilmek için, yıkıcı rekabet dönemini, sonuna kadar yaşamak mecburiyetindedir.
İnsanın en büyük rakibi, kendisi olmalıdır.
Başkaları veya dış Dünya değil.
Cafer Günday
Aşması, geliştirmesi, gereken kendisidir.
Kendini ilerletmeli, kendini geliştirmelidir.
Olgunlaştırmalı, eğitmeli, eksiklerini gidermeli, hedeflerine doğru emin adımlarla gitmeyi bilmelidir.
Tam olmaya doğru, insan-ı kamile doğru, yol almalıdır.
Ancak, sosyal ortam, bize, başka bir rekabeti de, dayatmaktadır.
Sermaye sisteminin temelinde, rekabet vardır.
Bu rekabetin yapıcı yanları olduğu gibi, yıkıcı yanları da, vardır.
Sistem, kimsenin gözünün yaşına bakmaz.
Sistemde, rekabet, kıran - kıranadır.
Üzerine basar, geçersiniz.
El koyar, alırsınız.
Mevcut Dünya'da rekabet, ortamla, başkalarıyladır.
Sizin büyümeniz, gelişmeniz, başkalarının aleyhine olacaktır.
Siz, kazanmak için, başkalarını geçmek zorundasınız.
100 kişinin alınacağı bir işe, 1000 kişi başvuruyorsa, diğer 900 kişiyi geride bırakabilmeniz lazımdır.
Bir ihaleye, 20 firma giriyorsa, ihaleyi alan firma, diğer firmaları saf dışı bırakır.
İşletmenizi büyütebilmek için, piyasadan daha fazla pay kapabilmelisiniz. Pazar payınız büyüdüğünde, diğer firmaların pazar payı küçülmüş olacaktır.
Hatta, başka firmaların kapanması, iflas etmesi, Sizi, ilgilendirmez.
Siz, sadece, kendi, işletmenizi düşünürsünüz. İşin tabiatı, böyledir.
Yarışmalardaki rekabeti, biraz farklı düşünmekte fayda olabilir.
Yarışmada, aslında, kişi, kendisiyle yarışıyordur, kendini aşmaya çalışıyordur.
Kendini aştıkça, diğer insanları da, geride bırakacaktır.
Ve ödül neyse, ona ulaşacaktır.
Bu anlamda yaşanan bir rekabet, yok edici bir rekabet değil, geliştirici bir rekabettir.
O nedenle, spor yarışmaları, olimpiyatlar, bilgi yarışmaları, sanat yarışmaları, mimari yarışmalar, yıkıcı bir rekabet değil, geliştirici bir rekabet ortamı oluştururlar.
Yıkıcı rekabeti üreten, sermaye sisteminin, kendi tabiatıdır.
Sermaye sisteminin ürettiği yıkıcı rekabeti, yaşamak zorunda mıyız ?
Bu yıkıcı rekabetten, kaçış - kurtuluşumuz olabilir mi ?
Ne yazık ki, insanlığın içinde bulunduğu bilinç düzeyi, bu rekabeti gerektirmektedir.
Sermaye sistemi, insanlığa zorla dayatılan bir ekonomik ve sosyal sistem değildir.
İnsanın bilinç seviyesine denk gelen bir sistemdir ve istenmeyen bir sistem gibi görünse bile, istenen, layık olunan bir sistemdir.
Sermaye sistemi de, durduğu yerde durmamaktadır.
Sistem, olgunlaştıkça, sistem içindeki yıkıcı rekabet, bilinç seviyesi geliştikçe, yapıcı rekabeti zorlamaktadır.
İşletmeler içinde, yıkıcı rekabet, yapıcı işbirliklerine dönüştürülmeye çalışılmaktadır.
Çünkü, yıkıcı rekabet, işgücü kayıplarına neden olmakta, insanları mutsuz etmektedir.
Genel ekonomideki yıkıcı rekabet de, değer kaybına neden olmakta, yıllanmış firmalar kapanmakta, insanlar mutsuz olmaktadır.
Yıkıcı rekabetin en vahim sonucu da, savaşlardır.
Yıkıcı rekabet, insanlığın bilinç seviyesi geliştikçe, yerini, yapıcı, üretici, geliştirici rekabete bırakacaktır.
İnsanlık, yapıcı rekabetin getirdiği olumlu sonuçları gördükçe, yaşadıkça, yıkıcı rekabetten, yapıcı rekabete yönlenecektir.
İnsanlık, daha iyiye ulaşabilmek için, yıkıcı rekabet dönemini, sonuna kadar yaşamak mecburiyetindedir.
İnsanın en büyük rakibi, kendisi olmalıdır.
Başkaları veya dış Dünya değil.
Cafer Günday
25 Eylül 2014 Perşembe
20.Yüzyıl Eğitim Sistemi, 21. Yüzyılın İhtiyaçlarını Karşılayabilir Mi ?
20. Yüzyıl eğitim sistemini, çöpe atma zamanı gelmiş gibidir.
Sermaye sisteminin yeni dönemi, yeni çağ, yeni ihtiyaçlar ortaya çıkarmış ve kendini dayatmaktadır.
Klasik eğitimin, insanı sınırlayan, yaratıcılığı baskılayan bir yapısı vardır.
Hiperaktivite diye, bir hastalık icat edilmiştir.
Aşırı hareketli çocuklar, yerinde duramayanlar, bu kategoriye sokulmaktadır.
Ve bu çocuklar, ilaçla, uyuşturulmaktadır.
Klasik eğitim sistemiyle, müzisyen olacak çocuk, bürokrat olmakta, makine mühendisi olacak genç de, ziraat mühendisi olmaktadır.
Genç kızlar, " Beni, ne mühendisler, ne doktorlar istedi " diyerek, davulcuları küçümsemektedirler.
Anneler, babalar, çocuklarını, doktor, mühendis, hakim, savcı, bürokrat, akademisyen olarak görmek istemektedirler.
Aileler için, çocuğun yeteneği, göz ardı edilmektedir.
20. Yüzyıl eğitim sisteminde ve klasik aile eğitiminde, yetenek, en gerilerde gelmektedir.
Halbuki, mucizeler, yeteneklerle gerçekleşmektedir.
Müteşebbis olacaklar, bürokrat olmakta, bürokrat olacaklar, girişimci olacağım diye, boşuna çırpınıp durmaktadır.
Yeni yüzyılın eğitim sloganı, " yaşasın yetenek" tir.
Herkes, yeteneğine göre, eğitim almalı, yeteneğine göre, meslek sahibi olmalı, geçimini, en yetenekli olduğu alandan sağlamalıdır.
Alanındaki parlak insanların hayat hikayelerini dinlediğinizde, bir biçimde, en yetenekli olduğu alanda yürüdüğünü görürsünüz.
Yetenek, mucizeler yaratır.
Ailelerin de, çocuk eğitim anlayışlarını çöpe atmaları zamanı gelmiş de, geçmektedir.
Şairlerin, lojistikçi olduğu bir Dünya'da, yaşıyoruz, ne yazık ki.
" Tiyatrocu olup, aç mı, kalacaksın ? "
" Çalgıcı olup, ne elde etmeyi bekliyorsun hayattan ? "
" Senin bu hayalciliğin, öldürecek beni ? "
" Evdeki aletleri bozup durmaktan, kurcalamaktan, zevk mi, alıyorsun ? "
" Allahım, bıktım bu çocuktan, düz duvara tırmanmaktan ne zevk alıyor, anlamıyorum "
" Ne kadar gevezesin, sus artık, kafam şişti. "
" Para kazanmadığın bu işle, niye bu kadar uğraşıyorsun, aptal mısın, saf mısın ?"
" Kime çektin bilmem ki, ailemizde, senin kadar, aptal da, yok ki. "
" Senin gibi kızım olmaz olsun, evlen varlıklı biriyle, hanım hanımcık otur evinde, evinin kadını ol. "
" Dağ taş gezeceğim diye tutturdu, bizim oğlan, anam, başına bir şey gelecek diye, korkuyorum. "
Çocuklar, gençler, sıkıldı artık, bu tür söylemlerden.
Bırakın, çocukların, gençlerin yakasını.
Yeni çağ, uyuşmuş, her denilene kafa sallayan insanlar istemiyor.
Yaratıcı, yeteneklerini açığa çıkaran insanlara ihtiyaç var, 21.nci yüzyılda.
Şair, şair olmalı, dağcı dağcı, mühendis mühendis olmalı.
Müzisyen ruhlu bir insan, müzikle uğraşmalı.
Müteşebbis, iş kurmalı, projeler insanı olmalı.
Hayvan sevgisiyle yatıp kalkan, veteriner olmalı, insanları iyileştirmek isteyen de, doktor olmalı.
Kuralcı, adaletli olan, hakim, savcı, avukat olmalı.
Cesurlar, bedensel kuvveti olanlar, disiplinli hayatı sevenler, polis, asker olmalı.
Bedeni esnek olanlar, cimnastikçi, sporcu olmalı.
Hızlı koşanlar, atlet, hızlı yüzenler, yüzücü olmalı.
Yeni Dünya'da, tembellere, düzenbazlara, yalancılara, hazırcılara, yer olmamalı.
Zaten, herkesi, yeteneğine göre yetiştirdiğinizde, ortada, tembel, beceriksiz kimse kalmaz ki.
Yeteneğini bilemediği için, sevmediği işlerde çalıştığı için, başarısız olan, mutsuz olan, beceriksiz görünen, o kadar çok insan var ki .
Yazık, bu insanlara, yazık bu enerji ve yetenek kaybına.
21. Yüzyılın, eğitim sloganı bellidir : " Yaşasın yetenek ".
Ve sonuç da, şimdiden ortadadır : " Yetenek, mucizeler yaratır ".
Ve yetenek merkezli bir hayat, mutlu insanlar, üretir.
Cafer Günday
Sermaye sisteminin yeni dönemi, yeni çağ, yeni ihtiyaçlar ortaya çıkarmış ve kendini dayatmaktadır.
Klasik eğitimin, insanı sınırlayan, yaratıcılığı baskılayan bir yapısı vardır.
Hiperaktivite diye, bir hastalık icat edilmiştir.
Aşırı hareketli çocuklar, yerinde duramayanlar, bu kategoriye sokulmaktadır.
Ve bu çocuklar, ilaçla, uyuşturulmaktadır.
Klasik eğitim sistemiyle, müzisyen olacak çocuk, bürokrat olmakta, makine mühendisi olacak genç de, ziraat mühendisi olmaktadır.
Genç kızlar, " Beni, ne mühendisler, ne doktorlar istedi " diyerek, davulcuları küçümsemektedirler.
Anneler, babalar, çocuklarını, doktor, mühendis, hakim, savcı, bürokrat, akademisyen olarak görmek istemektedirler.
Aileler için, çocuğun yeteneği, göz ardı edilmektedir.
20. Yüzyıl eğitim sisteminde ve klasik aile eğitiminde, yetenek, en gerilerde gelmektedir.
Halbuki, mucizeler, yeteneklerle gerçekleşmektedir.
Müteşebbis olacaklar, bürokrat olmakta, bürokrat olacaklar, girişimci olacağım diye, boşuna çırpınıp durmaktadır.
Yeni yüzyılın eğitim sloganı, " yaşasın yetenek" tir.
Herkes, yeteneğine göre, eğitim almalı, yeteneğine göre, meslek sahibi olmalı, geçimini, en yetenekli olduğu alandan sağlamalıdır.
Alanındaki parlak insanların hayat hikayelerini dinlediğinizde, bir biçimde, en yetenekli olduğu alanda yürüdüğünü görürsünüz.
Yetenek, mucizeler yaratır.
Ailelerin de, çocuk eğitim anlayışlarını çöpe atmaları zamanı gelmiş de, geçmektedir.
Şairlerin, lojistikçi olduğu bir Dünya'da, yaşıyoruz, ne yazık ki.
" Tiyatrocu olup, aç mı, kalacaksın ? "
" Çalgıcı olup, ne elde etmeyi bekliyorsun hayattan ? "
" Senin bu hayalciliğin, öldürecek beni ? "
" Evdeki aletleri bozup durmaktan, kurcalamaktan, zevk mi, alıyorsun ? "
" Allahım, bıktım bu çocuktan, düz duvara tırmanmaktan ne zevk alıyor, anlamıyorum "
" Ne kadar gevezesin, sus artık, kafam şişti. "
" Para kazanmadığın bu işle, niye bu kadar uğraşıyorsun, aptal mısın, saf mısın ?"
" Kime çektin bilmem ki, ailemizde, senin kadar, aptal da, yok ki. "
" Senin gibi kızım olmaz olsun, evlen varlıklı biriyle, hanım hanımcık otur evinde, evinin kadını ol. "
" Dağ taş gezeceğim diye tutturdu, bizim oğlan, anam, başına bir şey gelecek diye, korkuyorum. "
Çocuklar, gençler, sıkıldı artık, bu tür söylemlerden.
Bırakın, çocukların, gençlerin yakasını.
Yeni çağ, uyuşmuş, her denilene kafa sallayan insanlar istemiyor.
Yaratıcı, yeteneklerini açığa çıkaran insanlara ihtiyaç var, 21.nci yüzyılda.
Şair, şair olmalı, dağcı dağcı, mühendis mühendis olmalı.
Müzisyen ruhlu bir insan, müzikle uğraşmalı.
Müteşebbis, iş kurmalı, projeler insanı olmalı.
Hayvan sevgisiyle yatıp kalkan, veteriner olmalı, insanları iyileştirmek isteyen de, doktor olmalı.
Kuralcı, adaletli olan, hakim, savcı, avukat olmalı.
Cesurlar, bedensel kuvveti olanlar, disiplinli hayatı sevenler, polis, asker olmalı.
Bedeni esnek olanlar, cimnastikçi, sporcu olmalı.
Hızlı koşanlar, atlet, hızlı yüzenler, yüzücü olmalı.
Yeni Dünya'da, tembellere, düzenbazlara, yalancılara, hazırcılara, yer olmamalı.
Zaten, herkesi, yeteneğine göre yetiştirdiğinizde, ortada, tembel, beceriksiz kimse kalmaz ki.
Yeteneğini bilemediği için, sevmediği işlerde çalıştığı için, başarısız olan, mutsuz olan, beceriksiz görünen, o kadar çok insan var ki .
Yazık, bu insanlara, yazık bu enerji ve yetenek kaybına.
21. Yüzyılın, eğitim sloganı bellidir : " Yaşasın yetenek ".
Ve sonuç da, şimdiden ortadadır : " Yetenek, mucizeler yaratır ".
Ve yetenek merkezli bir hayat, mutlu insanlar, üretir.
Cafer Günday
24 Eylül 2014 Çarşamba
Dünya Sermaye Sistemiyle, İslamiyet, Bütünleşebilecek Mi ?
Burada, belirleyici olan, Dünya'yı yönlendiren, biçime sokan, uluslararası sermaye sistemidir.
Sosyal hayatlar, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda, değişmektedir.
Tarihsel yapıları, yerleşimi, göçleri, işgücü akışkanlığını belirleyen, sermayenin ihtiyaçlarıdır.
Pazar için üretim, egemendir.
Sermaye, güçlendikçe, sınırları da, değiştirmeye başlamış, hatta, bazı sınırlar, ortak pazar anlayışıyla, ortadan kalkmıştır.
Sermayenin yeni çağında, sınırlar, gereksizleşmektedir.
İnsanlar, derisinin rengine, inancına, kökenine göre değil, sermaye sisteminde aldığı konuma göre, değerlendirilmeye başlanmıştır.
Dünya'da, yeniden paylaşımlar, yollar, uçuşlar, ulaşım, taşıma, uluslararası sermaye sisteminin ihtiyaçlarına göre, yeniden dizayn edilmektedir.
Buluşlar, sermayenin amaçlarına ulaşma çabasını, hızlandırmıştır.
İnançlar da, bundan farklı değildir.
Sermaye sistemiyle çatışan, çelişen inanç sistemleri, zayıflamakta, zayıflatılmaktadır.
Sistemin ihtiyaç duyduğu hayat biçimleri, inançlar, sisteme karşı duran dinsel inançların, önüne geçmektedir.
Dinsel temelde örgütlenen hayatlar, sermayenin ihtiyaçları temelinde değişmeye zorlanmaktadır.
Doğru olan da, budur.
Burada, kazanan, uluslararası sermaye sistemi olacaktır.
Sermaye, kendi ihtiyaçlarını, dayatacak ve kabul ettirecektir.
Ne sosyal yapılar, ne de, inanç sistemleri, bundan kaçıp kurtulamazlar.
Bu geçişin, sancısız olması isteniyorsa, inanç sistemleriyle, dinsel ritüellerle, sermaye sisteminin ihtiyaçlarının uyumlulaştırılması sağlanmalıdır.
Dinsel yapılar, dinlerin sermayeye bakış açısı, çağın ihtiyaçlarına göre, gözden geçirilmelidir.
Aksi takdirde, her yol kullanılarak, insanlar, inanç sistemlerinden uzaklaştırılacak ve sisteme entegre olacaklardır.
İnanç sistemlerinin sermaye sistemine dirençleri, bir şey ifade etmeyecektir.
Entegrasyon süreci, sancılı olacaktır.
Sisteme direnen radikal unsurlar, elimine edilecektir, ister istemez.
Değişime direnildiğinde, bu kez de, dini değerlerden uzaklaşma ve yozlaşma kaçınılmaz olacaktır.
Sermaye, önündeki engelleri temizlemek ister.
Akışkanlığı, merkezileşmeyi engelleyen yapılar, birer birer, ortadan kaldırılır.
Sermaye, akılcı olmayan sahiplerinden, rasyonel, akılcı sahiplerine doğru gider.
Sermaye, ihtiyaç duyduğu sahibini seçerken, yanılmaz.
Sermaye, kendine, olumsuz bakan, kendini suçlayan ,engellemeye çalışan bir sahip istemez.
Tam tersine, kendini büyüten, toplayan, bir araya getiren sahipte konaklar.
Hangi dinsel anlayış olursa olsun, bütün ekonomi, sanayi ve sosyal hayata egemen kılınmak istendiğinde, sermayenin anlayışıyla çelişir.
Sermayenin, dini ve mezhebi olmaz.
Sermaye, bir budistle, bir hristiyanı veya bir müslümanı veya bir tanrıtanımazı, aynı çatı altında buluşturur ve bundan rahatsızlık duymaz.
Dünya'nın efendisinin, şu aşamada, sermaye olduğunu görüyor ve bunu önyargısızca kabul edebiliyorsak, bunun gereklerini, toplum olarak yapabilmeliyiz.
Sermayenin varoluş kurallarını, bizler, yeniden koyamayız.
Sermaye, bize göre biçimlenmez, bizler, sermayeye göre biçim almalı, değişebilmeliyiz.
Sermayenin egemenliğini artırdığı çağımızda, bütün dinler, inanç sistemleri, hayat biçimleri, bu ikilemle karşı karşıyadır.
Aslında, sonuç, şimdiden bellidir.
Ya, sermayenin ihtiyaçlarına göre değişeceksiniz, ya da değiştirileceksiniz veya yok olacaksınız.
Sermayenin egemenliği kısa sürede, ortadan kalkmayacağına göre, fazla bir seçim şansı da, görünmemektedir.
Kısacası ;
Ya, değişeceksiniz ya da, değişeceksiniz...
Cafer Günday
Sosyal hayatlar, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda, değişmektedir.
Tarihsel yapıları, yerleşimi, göçleri, işgücü akışkanlığını belirleyen, sermayenin ihtiyaçlarıdır.
Pazar için üretim, egemendir.
Sermaye, güçlendikçe, sınırları da, değiştirmeye başlamış, hatta, bazı sınırlar, ortak pazar anlayışıyla, ortadan kalkmıştır.
Sermayenin yeni çağında, sınırlar, gereksizleşmektedir.
İnsanlar, derisinin rengine, inancına, kökenine göre değil, sermaye sisteminde aldığı konuma göre, değerlendirilmeye başlanmıştır.
Dünya'da, yeniden paylaşımlar, yollar, uçuşlar, ulaşım, taşıma, uluslararası sermaye sisteminin ihtiyaçlarına göre, yeniden dizayn edilmektedir.
Buluşlar, sermayenin amaçlarına ulaşma çabasını, hızlandırmıştır.
İnançlar da, bundan farklı değildir.
Sermaye sistemiyle çatışan, çelişen inanç sistemleri, zayıflamakta, zayıflatılmaktadır.
Sistemin ihtiyaç duyduğu hayat biçimleri, inançlar, sisteme karşı duran dinsel inançların, önüne geçmektedir.
Dinsel temelde örgütlenen hayatlar, sermayenin ihtiyaçları temelinde değişmeye zorlanmaktadır.
Doğru olan da, budur.
Burada, kazanan, uluslararası sermaye sistemi olacaktır.
Sermaye, kendi ihtiyaçlarını, dayatacak ve kabul ettirecektir.
Ne sosyal yapılar, ne de, inanç sistemleri, bundan kaçıp kurtulamazlar.
Bu geçişin, sancısız olması isteniyorsa, inanç sistemleriyle, dinsel ritüellerle, sermaye sisteminin ihtiyaçlarının uyumlulaştırılması sağlanmalıdır.
Dinsel yapılar, dinlerin sermayeye bakış açısı, çağın ihtiyaçlarına göre, gözden geçirilmelidir.
Aksi takdirde, her yol kullanılarak, insanlar, inanç sistemlerinden uzaklaştırılacak ve sisteme entegre olacaklardır.
İnanç sistemlerinin sermaye sistemine dirençleri, bir şey ifade etmeyecektir.
Entegrasyon süreci, sancılı olacaktır.
Sisteme direnen radikal unsurlar, elimine edilecektir, ister istemez.
Değişime direnildiğinde, bu kez de, dini değerlerden uzaklaşma ve yozlaşma kaçınılmaz olacaktır.
Sermaye, önündeki engelleri temizlemek ister.
Akışkanlığı, merkezileşmeyi engelleyen yapılar, birer birer, ortadan kaldırılır.
Sermaye, akılcı olmayan sahiplerinden, rasyonel, akılcı sahiplerine doğru gider.
Sermaye, ihtiyaç duyduğu sahibini seçerken, yanılmaz.
Sermaye, kendine, olumsuz bakan, kendini suçlayan ,engellemeye çalışan bir sahip istemez.
Tam tersine, kendini büyüten, toplayan, bir araya getiren sahipte konaklar.
Hangi dinsel anlayış olursa olsun, bütün ekonomi, sanayi ve sosyal hayata egemen kılınmak istendiğinde, sermayenin anlayışıyla çelişir.
Sermayenin, dini ve mezhebi olmaz.
Sermaye, bir budistle, bir hristiyanı veya bir müslümanı veya bir tanrıtanımazı, aynı çatı altında buluşturur ve bundan rahatsızlık duymaz.
Dünya'nın efendisinin, şu aşamada, sermaye olduğunu görüyor ve bunu önyargısızca kabul edebiliyorsak, bunun gereklerini, toplum olarak yapabilmeliyiz.
Sermayenin varoluş kurallarını, bizler, yeniden koyamayız.
Sermaye, bize göre biçimlenmez, bizler, sermayeye göre biçim almalı, değişebilmeliyiz.
Sermayenin egemenliğini artırdığı çağımızda, bütün dinler, inanç sistemleri, hayat biçimleri, bu ikilemle karşı karşıyadır.
Aslında, sonuç, şimdiden bellidir.
Ya, sermayenin ihtiyaçlarına göre değişeceksiniz, ya da değiştirileceksiniz veya yok olacaksınız.
Sermayenin egemenliği kısa sürede, ortadan kalkmayacağına göre, fazla bir seçim şansı da, görünmemektedir.
Kısacası ;
Ya, değişeceksiniz ya da, değişeceksiniz...
Cafer Günday
18 Eylül 2014 Perşembe
Tercih Yapma Mecburiyeti ....
Aynı anda, iki yerde bulunamazsınız...
Ya oradasınız, ya da, burada.
Hem uyanık, hem uykuda olamazsınız.
Ya, uyanık olacaksınız, ya da, uykuda.
Uyuyayım da, uyanık olmanın faydalarını da, göreyim..
Evde oturayım da, spor yapmanın faydasını da, göreyim.
Çok yemek yiyeyim de, sağlığım bozulmasın.
Çok harcama yapayım ama param bitmesin.
Herkese mavi boncuk dağıtayım da, kimseyi küstürmeyeyim.
Herkes beni sevsin, herkesten istifade edeyim.
Ben, kimseye vermeyeyim ama herkes bana çalışsın.
Ben, herkese kötü davranayım, herkes bana iyi davransın.
İpten ipe atlayayım ama hiç düşmeyeyim.
Ben, isteğimi yaparım ama kimse bana istediğini yapamaz.
Merkez benim, ben oynarım, kimse bana oynayamaz.
Hayatta, seçtiğimiz yollar, bizi, bir yerlere götürür.
Hem, o yolu seçip, hem de götüreceği yere gitmemezlik yapamayız.
Kastamonu otobüsüne binersek, Adana'ya gitmeyi bekleyemeyiz.
Elma çekirdeğini toprağa atıp, armut ağacı yetişmesini isteyemeyiz.
Hesapsız attığımız tohumlar, bir gün büyür ve önümüze çıkar.
Yaptığımız tercihler, hayatımızı belirler.
Hayat, acımasızdır.
Tercihlerimizin hesabını sorar bizden.
Girdiğimiz yol, bizi nihayetine erdirir.
Girilen yoldan geri dönmek, her zaman, mümkün olmayabilir.
Yaptığımızın, tercihimizin bedellerini öderiz, istemesek de.
Tercihlerimizin doğru olduğunu düşünüyorsak, bedeline katlanırız.
Gittiğimiz yolun değdiğini düşünüyorsak, sonunda karşımıza çıkana razı oluruz.
Örümcek ağına takılan böceğin, kurtuluş şansı olmaz.
Kendi tercihleriyle örümcek ağına takılan böceğin, sonu gelmiş demektir.
Örümcek, affetmez.
Çırpındıkça, ağa, daha çok yakalanırsınız.
Ağa bir kez takıldıktan sonra, artık, her hareketiniz örümceğin işine gelir.
Mesele, örümcek ağına hiç bulaşmamaktır.
Bataklığa ayağınızı kaptırdığınızda, hareket ettikçe, batarsınız.
Durmanız da, yetmez artık.
Yavaş yavaş, bataklığın dibini boylarsınız.
Mesele, ayağını bataklığa kaptırmamaktır.
Tercih yaparken, bir yola girerken, baştan düşüneceksiniz.
Bu yol, nereye çıkıyor ?
Bu tercihle ben, neyi seçmiş oldum ?
İlahi düzen, kişilere göre işlemez.
Yanlış tercihler, yanlış seçilen yollar, kişiye göre iyi sonuç getirmez.
Yanlış tercihten, doğru sonuç çıkmaz...
Cafer Günday
Ya oradasınız, ya da, burada.
Hem uyanık, hem uykuda olamazsınız.
Ya, uyanık olacaksınız, ya da, uykuda.
Uyuyayım da, uyanık olmanın faydalarını da, göreyim..
Evde oturayım da, spor yapmanın faydasını da, göreyim.
Çok yemek yiyeyim de, sağlığım bozulmasın.
Çok harcama yapayım ama param bitmesin.
Herkese mavi boncuk dağıtayım da, kimseyi küstürmeyeyim.
Herkes beni sevsin, herkesten istifade edeyim.
Ben, kimseye vermeyeyim ama herkes bana çalışsın.
Ben, herkese kötü davranayım, herkes bana iyi davransın.
İpten ipe atlayayım ama hiç düşmeyeyim.
Ben, isteğimi yaparım ama kimse bana istediğini yapamaz.
Merkez benim, ben oynarım, kimse bana oynayamaz.
Hayatta, seçtiğimiz yollar, bizi, bir yerlere götürür.
Hem, o yolu seçip, hem de götüreceği yere gitmemezlik yapamayız.
Kastamonu otobüsüne binersek, Adana'ya gitmeyi bekleyemeyiz.
Elma çekirdeğini toprağa atıp, armut ağacı yetişmesini isteyemeyiz.
Hesapsız attığımız tohumlar, bir gün büyür ve önümüze çıkar.
Yaptığımız tercihler, hayatımızı belirler.
Hayat, acımasızdır.
Tercihlerimizin hesabını sorar bizden.
Girdiğimiz yol, bizi nihayetine erdirir.
Girilen yoldan geri dönmek, her zaman, mümkün olmayabilir.
Yaptığımızın, tercihimizin bedellerini öderiz, istemesek de.
Tercihlerimizin doğru olduğunu düşünüyorsak, bedeline katlanırız.
Gittiğimiz yolun değdiğini düşünüyorsak, sonunda karşımıza çıkana razı oluruz.
Örümcek ağına takılan böceğin, kurtuluş şansı olmaz.
Kendi tercihleriyle örümcek ağına takılan böceğin, sonu gelmiş demektir.
Örümcek, affetmez.
Çırpındıkça, ağa, daha çok yakalanırsınız.
Ağa bir kez takıldıktan sonra, artık, her hareketiniz örümceğin işine gelir.
Mesele, örümcek ağına hiç bulaşmamaktır.
Bataklığa ayağınızı kaptırdığınızda, hareket ettikçe, batarsınız.
Durmanız da, yetmez artık.
Yavaş yavaş, bataklığın dibini boylarsınız.
Mesele, ayağını bataklığa kaptırmamaktır.
Tercih yaparken, bir yola girerken, baştan düşüneceksiniz.
Bu yol, nereye çıkıyor ?
Bu tercihle ben, neyi seçmiş oldum ?
İlahi düzen, kişilere göre işlemez.
Yanlış tercihler, yanlış seçilen yollar, kişiye göre iyi sonuç getirmez.
Yanlış tercihten, doğru sonuç çıkmaz...
Cafer Günday
11 Eylül 2014 Perşembe
Dünya, Daha Güvenli Hale Gelebilir Mi ?
Nehre, onlarca, fosseptik çıkışı bağlanmıştı.
Fabrikalar, atıklarını, arıtmadan, nehre boşaltıyorlardı.
Şehrin belediyesi, ileri gelenlerle, bir toplantı yaptı.
Soru, şuydu :
" Biz, bu nehri, nasıl, temiz akan bir nehir haline dönüştürebiliriz ? "
Toplantı sonunda, kimsenin, fosseptiğini nehre bırakmamaya, fabrikaların atıklarını nehre boşaltmamaya niyeti olmadığı anlaşıldı.
Fakat, herkes, yine de, nehrin, eski temiz günlerine dönmesini arzuluyordu.
Belediye Başkanı, sonunda, dayanamadı ve " Herkes, pisliğini, nehire boşalttığı sürece, bu nehir temizlenmez " dedi ve toplantıyı bitirdi.
Ve nehir, gittikçe, daha çok kirlendi ve bir zehir kanalı haline dönüştü, zamanla.
Dünya da, nihayetinde, bir nehir değil mi ?
Her ülke, kendi fosseptiğini, Dünya'ya boşalttıkça, nasıl temiz ve güvenli olmasını isteyebilir ki ?
Siz, kendi, kısa vadeli menfaatleriniz için, ortalığı, karıştıracaksınız, işinde - gücünde, geçiminde olan insanları, yerinden yurdundan edeceksiniz ve güvenli bir Dünya isteyeceksiniz.
Bu, bir çelişki, değil mi ?
Aslında, fosseptiği boşaltan, Sen, değil misin ?
Uzun vadeli düşünmen gerekirken, kısa vadeli hırslarına yenildiğin için, ufkun dar olduğu için, ortalığı, ateş topuna çeviriyorsun.
İnsanlar, militarize olduktan sonra da, bu militarize güçleri, yok etmeye çalışıyorsun.
Önce, nehre, fosseptiği boşaltıyorsun, sonra da, nehri temizlemeye uğraşıyorsun.
Fanatizmi körükledikçe, fanatikler artacaktır.
Düşünmeden, saplantı haline gelmiş fikirlerini, sonucuna bakmadan uygulamaya çalışan insan sayısı artacaktır.
Katil sayısı artarsa, cinayet sayısının artmasından, daha doğal, ne olabilir ki ?
Nehre bağlanan fosseptik kanalı sayısı artarsa, nehir, daha da, hızla kirlenecektir.
Sonra ne olur ?
İnsan avına çıkarsın, ülkeni, insanını korumak için, militarize olmuş insanları, pasifize etmeye uğraşırsın.
Militarıze olmuş, birer canlı bombaya dönmüş insanları, eski haline döndürmeye çalışırsın.
Ama onlar zaten, sakin, kendi halinde insanlardı, onları, Sen, kaşıdın, Sen, fanatikleştirdin.
Öfke, öfkeyi, öç, öçü getirdi.
Nefret, nefreti, ölüm, ölümü tetikledi.
Dünya, mutlu, müreffeh olmadan, kendinin de, mutlu olacağı yanılgısına düşme.
Bu işler, şiddetle, baskıyla çözülmez.
Nehrin temiz akmasını istiyorsan, nehre akan fosseptikleri kurutmalısın.
Daha güvenli bir Dünya istiyorsan, önce, Sen, katkı yapmalısın, daha güvenli bir Dünya için.
Cafer Günday
Not : Bu yazıda, vizyonda olan, İnsan Avı, A Most Wanted Man, John le Carré'ın aynı adlı romanından, 2013 yılında beyazperdeye uyarlanan filmden esinlenilmiştir.
Biyografi :
Richard Thomas Archibald Cornwell ve Olive Cornwell'in oğlu, Aktris Charlotte Cornwel'in kardeşi John le Carré, 19 Ekim 1931'de doğdu. Berkshire'ın yakınında Pangbourne'da St.Andrew hazırlık okulunda resmi eğitimine başladı ve Sherborne okulunda devam etti. 1948'den 1949'a kadar, Berne üniversitesinde yabancı diller üzerine çalıştı. Sonra Oxford da Lincoln kolejine devam etti bir B.A.'le (dereceyle) 1956'da mezun oldu. İki yıl boyunca Eton Koleji'nde ders verdi. Le Carré 1959'da Eton'dan ayrıldı. Sonraki beş yıl boyunca İngiliz Dışişleri Bakanlığı için çalıştı. Önce, Bonn'daki İngiliz Elçiliğinde ikinci sekreter olarak hizmet verdi, daha sonra konsolos olarak siyasal bir hizmet için Hamburg'a transfer edildi. Le Carré, MI6'ya asker yazıldı. 1961'de ilk romanını yazdı.
Kaynak : Vikipedi
Fabrikalar, atıklarını, arıtmadan, nehre boşaltıyorlardı.
Şehrin belediyesi, ileri gelenlerle, bir toplantı yaptı.
Soru, şuydu :
" Biz, bu nehri, nasıl, temiz akan bir nehir haline dönüştürebiliriz ? "
Toplantı sonunda, kimsenin, fosseptiğini nehre bırakmamaya, fabrikaların atıklarını nehre boşaltmamaya niyeti olmadığı anlaşıldı.
Fakat, herkes, yine de, nehrin, eski temiz günlerine dönmesini arzuluyordu.
Belediye Başkanı, sonunda, dayanamadı ve " Herkes, pisliğini, nehire boşalttığı sürece, bu nehir temizlenmez " dedi ve toplantıyı bitirdi.
Ve nehir, gittikçe, daha çok kirlendi ve bir zehir kanalı haline dönüştü, zamanla.
Dünya da, nihayetinde, bir nehir değil mi ?
Her ülke, kendi fosseptiğini, Dünya'ya boşalttıkça, nasıl temiz ve güvenli olmasını isteyebilir ki ?
Siz, kendi, kısa vadeli menfaatleriniz için, ortalığı, karıştıracaksınız, işinde - gücünde, geçiminde olan insanları, yerinden yurdundan edeceksiniz ve güvenli bir Dünya isteyeceksiniz.
Bu, bir çelişki, değil mi ?
Aslında, fosseptiği boşaltan, Sen, değil misin ?
Uzun vadeli düşünmen gerekirken, kısa vadeli hırslarına yenildiğin için, ufkun dar olduğu için, ortalığı, ateş topuna çeviriyorsun.
İnsanlar, militarize olduktan sonra da, bu militarize güçleri, yok etmeye çalışıyorsun.
Önce, nehre, fosseptiği boşaltıyorsun, sonra da, nehri temizlemeye uğraşıyorsun.
Fanatizmi körükledikçe, fanatikler artacaktır.
Düşünmeden, saplantı haline gelmiş fikirlerini, sonucuna bakmadan uygulamaya çalışan insan sayısı artacaktır.
Katil sayısı artarsa, cinayet sayısının artmasından, daha doğal, ne olabilir ki ?
Nehre bağlanan fosseptik kanalı sayısı artarsa, nehir, daha da, hızla kirlenecektir.
Sonra ne olur ?
İnsan avına çıkarsın, ülkeni, insanını korumak için, militarize olmuş insanları, pasifize etmeye uğraşırsın.
Militarıze olmuş, birer canlı bombaya dönmüş insanları, eski haline döndürmeye çalışırsın.
Ama onlar zaten, sakin, kendi halinde insanlardı, onları, Sen, kaşıdın, Sen, fanatikleştirdin.
Öfke, öfkeyi, öç, öçü getirdi.
Nefret, nefreti, ölüm, ölümü tetikledi.
Dünya, mutlu, müreffeh olmadan, kendinin de, mutlu olacağı yanılgısına düşme.
Bu işler, şiddetle, baskıyla çözülmez.
Nehrin temiz akmasını istiyorsan, nehre akan fosseptikleri kurutmalısın.
Daha güvenli bir Dünya istiyorsan, önce, Sen, katkı yapmalısın, daha güvenli bir Dünya için.
Cafer Günday
Not : Bu yazıda, vizyonda olan, İnsan Avı, A Most Wanted Man, John le Carré'ın aynı adlı romanından, 2013 yılında beyazperdeye uyarlanan filmden esinlenilmiştir.
Biyografi :
Richard Thomas Archibald Cornwell ve Olive Cornwell'in oğlu, Aktris Charlotte Cornwel'in kardeşi John le Carré, 19 Ekim 1931'de doğdu. Berkshire'ın yakınında Pangbourne'da St.Andrew hazırlık okulunda resmi eğitimine başladı ve Sherborne okulunda devam etti. 1948'den 1949'a kadar, Berne üniversitesinde yabancı diller üzerine çalıştı. Sonra Oxford da Lincoln kolejine devam etti bir B.A.'le (dereceyle) 1956'da mezun oldu. İki yıl boyunca Eton Koleji'nde ders verdi. Le Carré 1959'da Eton'dan ayrıldı. Sonraki beş yıl boyunca İngiliz Dışişleri Bakanlığı için çalıştı. Önce, Bonn'daki İngiliz Elçiliğinde ikinci sekreter olarak hizmet verdi, daha sonra konsolos olarak siyasal bir hizmet için Hamburg'a transfer edildi. Le Carré, MI6'ya asker yazıldı. 1961'de ilk romanını yazdı.
Kaynak : Vikipedi
10 Eylül 2014 Çarşamba
Nemesis...Νέμεσις...
Adalet için, intikam...
Öç almak..
Kin kusmak...
Merhametsizlik...
Aşırı gurur ve bencilliği cezalandırmak...
Hata ve kötülüğü dengelemek için, öç alma duygusuyla hareket etmek.
" Bana yapılanları, fitil fitil, burnunuzdan getireceğim " demek.
" Kana kan, intikam " sloganları atmak.
Türkçemizde, bu konuyla ilgili atasözleri vardır :
" Acı sirke, küpünü acıtır " der.
" Öfkeyle kalkan, zararla, oturur ".
" Çalma kapısını, çalarlar kapını ".
Bir zulme ve haksızlığa uğradığınızda, gün gelip devran döndüğünde, Size zulüm yapanlara nasıl davrandığınız, Sizin geleceğinizi de, belirler.
" Kana kan, intikam " derseniz, Sizin akıttığınız kanın intikamının alınmasının da, önünü açmış olursunuz.
Aslında, Size zulüm yapanlardan farklı olmadığınızı, tescillemiş olursunuz.
Burada sadece, kişiler değişir, roller, olanlar, zulüm, aynı kalır.
Toprağa, ne tohumu atarsanız atın, bir gün, şartlarını bulduğunda, yeşerecektir.
Mesele, o tohumu, toprakla buluşturmamaktır.
Kin ve nefret tohumları, er veya geç, yeşerir, güçlenir, kanlanır, canlanır ve hedefine yönlenir.
Kin ve nefret, yarayı derinleştirmekten başka işe yaramaz.
Kin, kini, öfke, öfkeyi, intikam da, intikamı çağırır.
Dünya'yı ve toplumları bölmek, kamplaşmalarını körüklemek, din ve mezhep ayrılıklarını derinleştirmek, erkeği kadından ayırmak, sonunda, döner dolaşır, sahibini vuran bir silaha dönüşür.
" Böl, parçala, yönet ", nihayetinde, bir siyasi yönetim tarzı, taktiğidir.
Böldükçe, parçaladıkça, yönettiğinizi sanırsınız ama, gittikçe daralan bir hareket alanına doğru ilerlersiniz.
Siz, vicdandan yoksunsanız, zarar verdiğiniz insan ve toplumların da, vicdanlı olmasını bekleyemezsiniz.
Böldükçe, aslında, kendi sonunuzu da, hazırlamış olursunuz.
Parçaladıkça, parçalanmaya da, hazır olmanız gerekir.
Güç, Sizde olabilir.
Tohumları, Siz ekiyor olabilirsiniz.
Ektiğiniz tohumların, hangi meyveyi filizlendireceğine dikkat etmelisiniz.
Çünkü, Dünya, zalim için başka, mazlum için başka kurallar uygulamıyor.
Günler günleri, aylar ayları, yıllar, yılları kovalar.
Gün olur, devran döner, hesaplar değişir.
Altta olan üste geçer, üstte olan alta iner.
" Keser döner sap döner, gün gelir, hesap döner ".
Nemesis'in eline düşmek istemiyorsanız, merhametli, vicdanlı ve adaletli olmalısınız.
Kin, nefret, öfke, intikam peşindeyseniz, Nemesis'in elinden kurtulamazsınız.
Nemesis, önünde sonunda, ensenizden yakalayacaktır.
Nemesis, intikamını alır.
Cafer Günday
Nemesis (Yunanca: Νέμεσις), Adaleti sağlamak için intikam almayı savunan merhametsiz bir tanrıçadır. Yunan mitolojisinde, aşırı gurur ve bencilliğe düşenleri cezalandıran tanrıçadır. İnanışa göre Nemesis, kinci, yapılan hata veya kötülüğün karşılığını getiren, kaderin vücut bulmuş hali, merhametsiz bir tanrıçadır.
Hesiodos "Bir de ölümcül Nyx (Gece) Nemesis'i doğurdu, fani insana acı vermek için" der.
Kaynak : Vikipedi.
Öç almak..
Kin kusmak...
Merhametsizlik...
Aşırı gurur ve bencilliği cezalandırmak...
Hata ve kötülüğü dengelemek için, öç alma duygusuyla hareket etmek.
" Bana yapılanları, fitil fitil, burnunuzdan getireceğim " demek.
" Kana kan, intikam " sloganları atmak.
Türkçemizde, bu konuyla ilgili atasözleri vardır :
" Acı sirke, küpünü acıtır " der.
" Öfkeyle kalkan, zararla, oturur ".
" Çalma kapısını, çalarlar kapını ".
Bir zulme ve haksızlığa uğradığınızda, gün gelip devran döndüğünde, Size zulüm yapanlara nasıl davrandığınız, Sizin geleceğinizi de, belirler.
" Kana kan, intikam " derseniz, Sizin akıttığınız kanın intikamının alınmasının da, önünü açmış olursunuz.
Aslında, Size zulüm yapanlardan farklı olmadığınızı, tescillemiş olursunuz.
Burada sadece, kişiler değişir, roller, olanlar, zulüm, aynı kalır.
Toprağa, ne tohumu atarsanız atın, bir gün, şartlarını bulduğunda, yeşerecektir.
Mesele, o tohumu, toprakla buluşturmamaktır.
Kin ve nefret tohumları, er veya geç, yeşerir, güçlenir, kanlanır, canlanır ve hedefine yönlenir.
Kin ve nefret, yarayı derinleştirmekten başka işe yaramaz.
Kin, kini, öfke, öfkeyi, intikam da, intikamı çağırır.
Dünya'yı ve toplumları bölmek, kamplaşmalarını körüklemek, din ve mezhep ayrılıklarını derinleştirmek, erkeği kadından ayırmak, sonunda, döner dolaşır, sahibini vuran bir silaha dönüşür.
" Böl, parçala, yönet ", nihayetinde, bir siyasi yönetim tarzı, taktiğidir.
Böldükçe, parçaladıkça, yönettiğinizi sanırsınız ama, gittikçe daralan bir hareket alanına doğru ilerlersiniz.
Siz, vicdandan yoksunsanız, zarar verdiğiniz insan ve toplumların da, vicdanlı olmasını bekleyemezsiniz.
Böldükçe, aslında, kendi sonunuzu da, hazırlamış olursunuz.
Parçaladıkça, parçalanmaya da, hazır olmanız gerekir.
Güç, Sizde olabilir.
Tohumları, Siz ekiyor olabilirsiniz.
Ektiğiniz tohumların, hangi meyveyi filizlendireceğine dikkat etmelisiniz.
Çünkü, Dünya, zalim için başka, mazlum için başka kurallar uygulamıyor.
Günler günleri, aylar ayları, yıllar, yılları kovalar.
Gün olur, devran döner, hesaplar değişir.
Altta olan üste geçer, üstte olan alta iner.
" Keser döner sap döner, gün gelir, hesap döner ".
Nemesis'in eline düşmek istemiyorsanız, merhametli, vicdanlı ve adaletli olmalısınız.
Kin, nefret, öfke, intikam peşindeyseniz, Nemesis'in elinden kurtulamazsınız.
Nemesis, önünde sonunda, ensenizden yakalayacaktır.
Nemesis, intikamını alır.
Cafer Günday
Nemesis (Yunanca: Νέμεσις), Adaleti sağlamak için intikam almayı savunan merhametsiz bir tanrıçadır. Yunan mitolojisinde, aşırı gurur ve bencilliğe düşenleri cezalandıran tanrıçadır. İnanışa göre Nemesis, kinci, yapılan hata veya kötülüğün karşılığını getiren, kaderin vücut bulmuş hali, merhametsiz bir tanrıçadır.
Hesiodos "Bir de ölümcül Nyx (Gece) Nemesis'i doğurdu, fani insana acı vermek için" der.
Kaynak : Vikipedi.
8 Eylül 2014 Pazartesi
Dünya Sermaye Sisteminin, Dini ve Mezhebi Olur Mu ?
Sermaye sisteminin, kendi kuralları vardır.
Bu kurallar arasında, din ve mezhep olmaz.
Sermaye, büyümek, birleşmek, çoğalmak, merkezileşmek ister.
Bu amaçlara hizmet eden, din ve mezheplere yaklaşır.
Bu din ve mezhepleri, kullanır.
Ama bu din ve mezheplerin, kendisi olmaz.
Uluslararası menfaatlerini gözetirken, din ve mezhebi öne çıkarmaz.
Max Weber, " Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu " adlı eserinde, bu konuyu inceler.
Sermaye sisteminin, dini yaklaşımları, nasıl manivela olarak kullandığını anlatır.
Dolayısıyla, sermayenin dini ve mezhebi olabileceği fikri, bir yanılsamadan ibarettir.
Sermayenin, belli din ve mezheplere yakın görünmesinin nedeni, bu din ve mezheplerin yeryüzü yaklaşımlarının, sermayenin üreme, çoğalma, birleşme isteğiyle örtüşmesinden kaynaklanmaktadır.
Eğer, Siz, " Faiz haramdır " derseniz, sermaye sisteminin temeliyle çelişkiye düşmüş olursunuz.
Mezhep çatışmalarınızı, uluslararası sermayenin menfaatinin önüne koymaya başlarsanız, dışarı düşersiniz.
O zaman, uluslararası sermaye, Sizi, hesaba katmamaya başlar.
İçinde bulunduğumuz bilinç seviyesinde, uluslararası sermayeyi, tam anlamıyla kontrol altına alacağını düşünmek, bir hayalden ibarettir.
Zaman içinde, sermaye sisteminin olumsuz, yıkıcı, yok edici yönleri ortaya çıktıkça, toplumlar, sermayenin tabiatını, ehlileştirmeye uğraşacaktır.
Ama toplumlar, müteşebbisiyle, çalışanıyla, bürokratıyla, sermayenin vahşi tabiatına gem vurmaya çalışma çabasını durdurmamalıdır, elbette.
Sermaye, mülkiyetinde olması hasebiyle, müteşebbis tarafından temsil edilmekte, korunmaktadır.
Fakat, sermayenin vahşi tabiatına teslim olan müteşebbisler olduğu gibi, insana, iş güvenliğine, adil paylaşıma dikkat eden müteşebbislerin varlığı da, inkar edilemez.
Dolayısıyla, aslında, sermayenin azgın tabiatı, müteşebbisleri de, etkisi altına aldığında, Dünya için, yıkıcı sonuçlar doğabilmektedir.
Bunu engelleyecek, zaptu rapt altına alacak olanlar, bu işleyişten zarar görenlerdir.
Sermayeye, dini ve mezhepsel yaklaşımlarla müdahalede bulunmak, sonu olmayan, boş bir çabadan ibaret kalacaktır.
Sermaye, kendi egemenliğini, kendi isteklerini, arzularını, zorla da olsa, nihayetinde, kabul ettirecektir.
Sosyal hayatı, kendi isteklerine uygun olarak yeniden dizayn edecektir.
Meselenin çözümü, sermayeye, Don Kişot gibi karşı çıkmaktan değil, sermayeyi anlamak ve karşılıklılık temelinde, güçlü işbirliği yapabilmekten geçer.
Meselenin çözümü, Sermayeyi teslim edeceğiniz insanları, grupları doğru seçmekten, geçer.
Yağmacı, talancı, sermayenin yapısını bilmeyen, uluslararası ticaretten bihaber, insan hayatına önem vermeyen, dinci ve mezhepçi fanatik insanları öne çıkarırsanız, yanılırsınız.
Sermaye, sermayeyi, sadece, kendi mülkiyeti sanan, sadece, harcayabileceği para olarak gören insanların eline geçerse, hem ülke ekonomisi, hem de, uluslararası sermaye sistemi zarar görür.
Sermaye, ehil ellerde olmalıdır.
Global sermayeyi elinde bulunduranlar, yönlendirenler, kısa vadeli çıkarlardan çok, uzun vadeli çıkarları öne çıkarmalıdırlar.
Kısa vadeli çıkarlara bakarak, çatışmaları körüklemek, din ve mezhepleri birbirine düşürmeye çalışmak, uzun vadede, Dünya Sermaye Sisteminin kendine zarar verecektir.
Bu tür yaklaşımlar, çözümsüzlüğü derinleştirmekten başka işe yaramaz.
Kendi üretim süreçlerini riske atan bir sermaye yönetim anlayışı olmaz.
Kendi çalışanını, çalışanının sağlığını, eğitimini gözetmeyen bir üretim anlayışı, uzun vadede, çökmeye mahkumdur.
Sermaye, sermaye sahibi, dini ve mezhepsel anlayışları öne çıkarmaz, çıkaramaz.
Eğer, çıkarmaya uğraşırsa, sermayenin gerçek sahibi olmadığı anlaşılır.
Sermaye de, tabiatı gereği, sermayeyi elinde tutamayacak olanlardan, gerçek sahiplerine doğru olan yolculuğuna devam eder.
Cafer Günday
Bu kurallar arasında, din ve mezhep olmaz.
Sermaye, büyümek, birleşmek, çoğalmak, merkezileşmek ister.
Bu amaçlara hizmet eden, din ve mezheplere yaklaşır.
Bu din ve mezhepleri, kullanır.
Ama bu din ve mezheplerin, kendisi olmaz.
Uluslararası menfaatlerini gözetirken, din ve mezhebi öne çıkarmaz.
Max Weber, " Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu " adlı eserinde, bu konuyu inceler.
Sermaye sisteminin, dini yaklaşımları, nasıl manivela olarak kullandığını anlatır.
Dolayısıyla, sermayenin dini ve mezhebi olabileceği fikri, bir yanılsamadan ibarettir.
Sermayenin, belli din ve mezheplere yakın görünmesinin nedeni, bu din ve mezheplerin yeryüzü yaklaşımlarının, sermayenin üreme, çoğalma, birleşme isteğiyle örtüşmesinden kaynaklanmaktadır.
Eğer, Siz, " Faiz haramdır " derseniz, sermaye sisteminin temeliyle çelişkiye düşmüş olursunuz.
Mezhep çatışmalarınızı, uluslararası sermayenin menfaatinin önüne koymaya başlarsanız, dışarı düşersiniz.
O zaman, uluslararası sermaye, Sizi, hesaba katmamaya başlar.
İçinde bulunduğumuz bilinç seviyesinde, uluslararası sermayeyi, tam anlamıyla kontrol altına alacağını düşünmek, bir hayalden ibarettir.
Zaman içinde, sermaye sisteminin olumsuz, yıkıcı, yok edici yönleri ortaya çıktıkça, toplumlar, sermayenin tabiatını, ehlileştirmeye uğraşacaktır.
Ama toplumlar, müteşebbisiyle, çalışanıyla, bürokratıyla, sermayenin vahşi tabiatına gem vurmaya çalışma çabasını durdurmamalıdır, elbette.
Sermaye, mülkiyetinde olması hasebiyle, müteşebbis tarafından temsil edilmekte, korunmaktadır.
Fakat, sermayenin vahşi tabiatına teslim olan müteşebbisler olduğu gibi, insana, iş güvenliğine, adil paylaşıma dikkat eden müteşebbislerin varlığı da, inkar edilemez.
Dolayısıyla, aslında, sermayenin azgın tabiatı, müteşebbisleri de, etkisi altına aldığında, Dünya için, yıkıcı sonuçlar doğabilmektedir.
Bunu engelleyecek, zaptu rapt altına alacak olanlar, bu işleyişten zarar görenlerdir.
Sermayeye, dini ve mezhepsel yaklaşımlarla müdahalede bulunmak, sonu olmayan, boş bir çabadan ibaret kalacaktır.
Sermaye, kendi egemenliğini, kendi isteklerini, arzularını, zorla da olsa, nihayetinde, kabul ettirecektir.
Sosyal hayatı, kendi isteklerine uygun olarak yeniden dizayn edecektir.
Meselenin çözümü, sermayeye, Don Kişot gibi karşı çıkmaktan değil, sermayeyi anlamak ve karşılıklılık temelinde, güçlü işbirliği yapabilmekten geçer.
Meselenin çözümü, Sermayeyi teslim edeceğiniz insanları, grupları doğru seçmekten, geçer.
Yağmacı, talancı, sermayenin yapısını bilmeyen, uluslararası ticaretten bihaber, insan hayatına önem vermeyen, dinci ve mezhepçi fanatik insanları öne çıkarırsanız, yanılırsınız.
Sermaye, sermayeyi, sadece, kendi mülkiyeti sanan, sadece, harcayabileceği para olarak gören insanların eline geçerse, hem ülke ekonomisi, hem de, uluslararası sermaye sistemi zarar görür.
Sermaye, ehil ellerde olmalıdır.
Global sermayeyi elinde bulunduranlar, yönlendirenler, kısa vadeli çıkarlardan çok, uzun vadeli çıkarları öne çıkarmalıdırlar.
Kısa vadeli çıkarlara bakarak, çatışmaları körüklemek, din ve mezhepleri birbirine düşürmeye çalışmak, uzun vadede, Dünya Sermaye Sisteminin kendine zarar verecektir.
Bu tür yaklaşımlar, çözümsüzlüğü derinleştirmekten başka işe yaramaz.
Kendi üretim süreçlerini riske atan bir sermaye yönetim anlayışı olmaz.
Kendi çalışanını, çalışanının sağlığını, eğitimini gözetmeyen bir üretim anlayışı, uzun vadede, çökmeye mahkumdur.
Sermaye, sermaye sahibi, dini ve mezhepsel anlayışları öne çıkarmaz, çıkaramaz.
Eğer, çıkarmaya uğraşırsa, sermayenin gerçek sahibi olmadığı anlaşılır.
Sermaye de, tabiatı gereği, sermayeyi elinde tutamayacak olanlardan, gerçek sahiplerine doğru olan yolculuğuna devam eder.
Cafer Günday
2 Eylül 2014 Salı
Lider Doğulur Mu, Lider Olunur Mu ?
Ismarlama lider olmaz.
Ismarlama, müteşebbis de, olmaz.
Ismarlama, hiç bir şey, olunmaz.
Eğitim, ancak, yeteneklere şekil verir, geliştirir, biçime sokar, disipline eder.
Eğitim ya da yönlendirme, yetenek üretmez.
Hangi ana - babanın, hangi yetenekte çocuk doğuracaklarını bilemezsiniz.
Bunu, kendileri de, bilemez.
Hepimizin doğuştan gelen, ana karakter özelliklerimiz vardır.
Kimimiz, gözü karadır.
Ataktır, gözünü, budaktan sakınmaz.
Cesurdur, karar almaktan çekinmez, aldığı kararların ardında durur.
Kimimiz, ileri görüşlüdür, tepenin ardında, ne olduğunu görür.
Kimimiz hırslıdır, hedefine ulaşmadan, yarı yolda durmaz, bıkmaz, yılmaz.
Kimimiz de, pısırıktır, " höt " deyince korkar, kendi gölgesinden çekinir.
Karar almaktan bihaberdir, gelecek öngörüsü yoktur.
Kimimizin sesi, ortalığı titretir, kimimizi de, duymak için, kulağımızı yanaştırırız.
Bir lider, kendi yetişir, kendini ortaya koyar.
Çevresinde anlayan gözler, " İşte, bu " derler.
Yine, anlayan gözler " Bu, değil " derler.
Bunu belirleyen şey, doğuştan gelen yeteneklerdir.
Lider vardır, olmazı, oldurur, dolmazı doldurur.
Lider sanılan kişi vardır, bir çuval inciri berbat eder.
Lider, daha ortama girmeden, ortamı etkisi altına alır.
Ondan yayılan enerjiyi, derinlerde hissedersiniz.
O, Sizin ruhunuzdur, sözcünüzdür, gözünüz, kulağınızdır.
O, konuşur, Siz, " İşte, söylemek istediğim, tam da, buydu " dersiniz.
O, konuşurken, " gözyaşı " dökersiniz.
" Böylesi, gelmez " dersiniz.
Davalar da, liderle özdeştir.
Lider, ateşi tutuşturur ama hiç bir zaman, onun olduğu zamanki gibi yanmaz ateş.
Lider öncesi, Lider dönemi ve Lider sonrası diye, üçe bölersiniz zamanı.
Zaman çarkı döndükçe, devirler kapanır, devirler açılır.
Liderin gidişiyle beraber, onun dönemi de, kapanır.
Artık, yeni bir dönem başlamıştır.
Hiç bir zaman, onun dönemi gibi olmayacaktır, artık.
Uğraşsanız bile, soluk kopyalarından, ileri gitmez.
Cafer Günday
Ismarlama, müteşebbis de, olmaz.
Ismarlama, hiç bir şey, olunmaz.
Eğitim, ancak, yeteneklere şekil verir, geliştirir, biçime sokar, disipline eder.
Eğitim ya da yönlendirme, yetenek üretmez.
Hangi ana - babanın, hangi yetenekte çocuk doğuracaklarını bilemezsiniz.
Bunu, kendileri de, bilemez.
Hepimizin doğuştan gelen, ana karakter özelliklerimiz vardır.
Kimimiz, gözü karadır.
Ataktır, gözünü, budaktan sakınmaz.
Cesurdur, karar almaktan çekinmez, aldığı kararların ardında durur.
Kimimiz, ileri görüşlüdür, tepenin ardında, ne olduğunu görür.
Kimimiz hırslıdır, hedefine ulaşmadan, yarı yolda durmaz, bıkmaz, yılmaz.
Kimimiz de, pısırıktır, " höt " deyince korkar, kendi gölgesinden çekinir.
Karar almaktan bihaberdir, gelecek öngörüsü yoktur.
Kimimizin sesi, ortalığı titretir, kimimizi de, duymak için, kulağımızı yanaştırırız.
Bir lider, kendi yetişir, kendini ortaya koyar.
Çevresinde anlayan gözler, " İşte, bu " derler.
Yine, anlayan gözler " Bu, değil " derler.
Bunu belirleyen şey, doğuştan gelen yeteneklerdir.
Lider vardır, olmazı, oldurur, dolmazı doldurur.
Lider sanılan kişi vardır, bir çuval inciri berbat eder.
Lider, daha ortama girmeden, ortamı etkisi altına alır.
Ondan yayılan enerjiyi, derinlerde hissedersiniz.
O, Sizin ruhunuzdur, sözcünüzdür, gözünüz, kulağınızdır.
O, konuşur, Siz, " İşte, söylemek istediğim, tam da, buydu " dersiniz.
O, konuşurken, " gözyaşı " dökersiniz.
" Böylesi, gelmez " dersiniz.
Davalar da, liderle özdeştir.
Lider, ateşi tutuşturur ama hiç bir zaman, onun olduğu zamanki gibi yanmaz ateş.
Lider öncesi, Lider dönemi ve Lider sonrası diye, üçe bölersiniz zamanı.
Zaman çarkı döndükçe, devirler kapanır, devirler açılır.
Liderin gidişiyle beraber, onun dönemi de, kapanır.
Artık, yeni bir dönem başlamıştır.
Hiç bir zaman, onun dönemi gibi olmayacaktır, artık.
Uğraşsanız bile, soluk kopyalarından, ileri gitmez.
Cafer Günday
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)