30 Ekim 2014 Perşembe

Madencilik, Bize, Uygun Mu ?

Her milletin, belli başlı özellikleri vardır.
Her milletin, meziyetleri vardır.
Her milletin, başarısızlıkları vardır.
Kimi milletler, mücadelecidir, direngendir.
Kimi, milletler, sabırlıdır.
Kimi milletler, teslimiyetçidir.




Sermaye sistemi, bütün kurumlarıyla, bir bütündür.
Bir ülke sermaye sistemine geçtiğinde, sistem, bütün kurumlarıyla birlikte işlemeye başlar.
Fakat, her millet, her toplum, bu kurumlara, kendine göre, farklı tepkiler verir.
Sistemin, kendini dengeleyen mekanizmaları vardır.
Sermaye, kendi arasında teşkilatlanır ama sistem, çalışanların da, teşkilatlanmasını ister.


Hak ve menfaatler, karşılıklı olarak, teşkilatlar arasında, gider - gelir.
Eğer, taraflardan biri, bu teşkilatlanmayı yapamazsa, diğer taraf, baskın hale gelir.
Bu, baskın hale gelme, bazı ülkelerde, insan hayatını hiçe saymaya kadar varır.
Sermaye sisteminin ilk ortaya çıktığı zamanlarda da, bu böyle olmuştur.
İnsanlık dışı çalışma şartları, 18 saate varan iş süreleri, çalışan kesimleri, permeperişan etmiştir.



Ancak, zaman içinde, çalışan kesimin de, teşkilatlanması, dengeyi sağlamış ve iş şartları düzelmeye başlamıştır.
Artık, ileri sermaye toplumlarında, taraflar, belli ölçülerde oturmuş durumdadır.
İş güvenliği, çalışanların haklarının korunması, başlardaki şartlara göre, bir hayli iyileşmiştir.
Bu, aynı zamanda, sermaye sisteminin  sürekliliğinin de, güvencesidir.
O nedenle, sermaye sisteminde ileriyi gören, sistemin devamlılığını düşünen zihinler, çalışan kesimin de, teşkilatlanmasının önemini bilirler ve isterler.



Bizim gibi teslimiyetçi, " kader " i yanlış kavramış, ertelemeci, baneneci, toplumlarda, durum farklılaşır.
Hak arama kavramı gelişmediği için, teslimiyetçilik yaygındır.
Sermaye sistemi, tam anlamıyla, bütün kurumlarıyla, işlerliğini kazanmaz.
Dolayısıyla, denge bozulur. Kurumlar işlerliğini yitirir.
Çalışan hayatı, hiçe sayılmaya başlanır.


Madencilik gibi riskin yüksek olduğu sektörlerde, ileri sermaye toplumları, üst seviyede tedbirler alır.
Çünkü, iş kazalarının önlenmesi, ciddi yaptırımlarla güvence altına alınmıştır.
Çalışma ortamlarındaki ölüm ve yaralanmaların, yaptırımları ağırdır.
Bu toplumlardaki sermaye ve çalışan kesimlerinin kurumlaşmaları, dengeyi bu seviyelere çıkarmıştır.


Biz ve bizim gibi ülkeler, bu noktadan uzaktadır.
Bunun nedeni de, çalışan kesimin bilinç yetersizliği, hak arama konusundaki isteksizliği, teslimiyetçiliğidir.
Dengenin sağlanması, iş güvenliğinin artırılmasının, keyfe bırakılmaması, ancak, çalışan kesimin bu konudaki bilinçlenmesiyle sağlanabilecektir.



Dolayısıyla, mevcut durumda, riski yüksek sektörlerde iyileşme beklenmesi anlamlı değildir.
İyileşme, toplumun bir bütün halinde bilinçlenmesiyle sağlanabilir.
Riski yüksek sektörlerdeki iş kazalarının faturası, elbette, bu tedbirleri almayan iş sahiplerine kesilebilir, kesilmelidir.
Ancak, çalışan kesimin, işe, iş güvenliğine bakışı, kendi hayatını riske atmama bilincinin düşüklüğü de, aynı derecede sorumludur.


Mağdur olmasına rağmen, aynı derecede sorumluluk sahibinin de, çalışma şartlarının düzeltilmesi için çaba göstermeyen, teşkilatlanma çabasına girmeyen, iş güvenliği bilinci düşük, teslimiyetçi ruha sahip, çalışan kesim olduğu da, unutulmamalıdır.









Cafer Günday






29 Ekim 2014 Çarşamba

İyi Yaşamayı, Hak ediyor Muyuz ?

Hayat, insanlara verilir mi ?
Yoksa, insanlar tarafından, uğraş verilerek kazanılır mı ?
İyi ve güzel, refah, kendiliğinden mi, gelir ?
Yoksa, onlara ulaşmak için, çaba mı, göstermek gerekir ?



Ben, fakirim, kimse bana vermiyor.
Ben, çirkinim, neden, çirkin doğmuşum ?
Kanser oldum, neden, bu hastalık geldi, beni buldu ?
Fakir bir ülkeyiz, neden, diğer ülkeler refah içindeyken, biz, sorunlarla boğuşuyoruz ?
İşsizim, kimse bana iş vermiyor ?
Patronlar çok vicdansız, sistem, bizi, eziyor.
Çalışanlar, tembel ve kaytarıcı.



Eğitim sistemi bozuk, çocuklarımız iyi eğitim görmüyor.
Düzen, gittikçe bozuluyor, hayatımız gittikçe çıkmaza giriyor.
Gıdalarımız katkılı, toksin deposu ve kanser, hastalık üretiyorlar.
Aileler parçalanıyor, çocuklarımız boşanmış ailelerde büyüyor.
Din, elden gidiyor, ahlaksız bir nesil yetişiyor.



Hayatım bir hiçten ibaret.
Bir baltaya sap olmadım, bütün işlerim yarım - yamalak.
Sevdiğim kadın başkasıyla evlendi, benim için hayatın bir anlamı kalmadı.
Yaşamam için bir sebep yok, her şey, kötü.
Yalnızım, kimse beni anlamıyor.
Kime yaklaştıysam, hep menfaat peşinde oldular.
Kimseye güven kalmadı.



Daha sayalım mı ?
Bunların hepsi, gerçek mi ?
Ne kadınlar memnun bu hayattan, ne de, erkekler.
Ne politikacılar memnun, ne de, vatandaş.
Ne işveren memnun, ne de, çalışanlar.
Ne çocuklar memnun, ne de, ebeveynler.
Ne alıcı memnun, ne de, satıcı.



Dünya kaynıyor, her tarafta bombalar patlıyor.
Kıyım üstüne, kıyım yaşanıyor.
Zorunlu göçler, insanların düzenini tarumar ediyor.
Tabiat, gözümüzün önünde yok oluyor, kirleniyor.
Ağaç ve hayvan katliamı, had safhaya çıkmış durumda.



İnsanlar birbirlerini, kıtır kıtır, keser hale geldiler.
Din ve inanç adına, cinayetler işlenir oldu.
Ülkeler, kendi zenginlikleri için, Dünya'nın geri kalanının, canını çıkarıyor.




Bütün bu tablo, bize verildi mi, yoksa, biz mi, ürettik ?
" Benim sorumluluğum yok, ben, iyi bir insanım ".
" Ben, kimseyi öldürmedim, ağaç kesmedim, hayvana kıymadım ".
" Kimsenin tavuğuna kış demedim, kimseyle bir alıp veremediğim yok ".
Öyle, kolayca, kaçış - kurtuluş yok.
Hepimiz, her şeyden sorumluyuz.




İyi yaşamayı hak ediyor muyuz ?
Tabloya bakarsak, cevap bellidir :
Etmiyoruz.









Cafer Günday

























23 Ekim 2014 Perşembe

Vasıfsız Eleman Aranıyor... Vasıfsız Ülke aranıyor...

Vasıfsız insanların bol olduğu, bir memlekette yaşıyoruz.
İtekleyerek mezun olunan okullar.
Amca - dayıyla yerleştirilen koltuklar.
Dalga - dubarayla kazanılan paralar.
Ahbap - çavuş ilişkileriyle yürütülen işler.
Vasfı olmayan insanların adlarının verildiği sokaklar, caddeler.




İşyeri camlarında, eleman arayan ilanlarda görürüz :
" Vasıfsız eleman aranıyor ".
Bir insan, vasıfsız olabilir mi ?
Hele ki, 21.yüzyılda...
Ne demek, vasıfsız ?
Yani, ben doğdum, boşa yaşadım, asalaklık yaptım, bir baltaya sap olamadım.


Vasıf ; kalite, nitelik, demektir.
Vasıf, uğraşılarak, çaba gösterilerek, emek verilerek, elde edilir.
Sırtüstü yatarsanız, kendinizi yetiştirmezseniz, " vasıfsız eleman aranıyor " ilanlarına bakarsınız.
Ülkemiz, ne yazık ki, " vasıfsız elemanlar " ülkesidir.



Ülkemiz, " yarım yamalaklık " ülkesidir.
" Türk gibi başla, Alman gibi devam et, İngiliz gibi bitir. "
Ve bu özellik, insandan insana değişmez.
Bu, bir " genetik " özelliktir.
Bir virüs gibi, bir salgın gibi herkese yayılır.


Bugün, Dünya'yı yönetmeye talip olmuş, Dünya'nın zenginliğini kendinde toplamış ülkeler, bu gücü, " yarım - yamalaklıkla " elde etmediler.
Beyinlerinin gücüyle, bileklerinin hakkıyla, elde ettiler.
Yeri geldi, zor kullandılar, yeri geldi, zekalarını çalıştırdılar.
Bugün, Dünya adil değil diyenlere, verilecek cevap çok açıktır :
" Hayır, Dünya, çok adildir ".
Dünya, almasını bilene, verir.
Hak edeni, hak ettiği yere getirir.




Vasıfsız elemanlarla, Dünya'yı mı, yöneteceksiniz ?
Yoksa, Dünya'nın zenginliklerini, ülkenize mi, akıtacaksınız ?
Bunu, kimle, kimlerle yapacaksınız ?
Diplomasız, diplomalılarla mı ?
Vasıfsız, vasıflılarla mı ?
Yarım - yamalaklarla mı ?



2014 senesinde, kendi aracını yapamayan bir ülke, tümleşik devreyi, nasıl yapacak ?
Kendi beyinlerine sahip olmayı beceremeyen bir ülke, hangi alanda, Dünya'nın önüne geçecek ?
Şapkamızı çıkarıp, önümüze koyalım.
Biz, " vasıfsız eleman " aranan bir ülkeyiz.
Kısa yoldan elde etmeye çalışan, hazırcı, yağmacı, şark kurnazlığını marifet sanan bir genetik yapımız var.




Gelişmiş, modern sermaye ilişkilerini oturtmuş ülkeler, yapmak istemedikleri, kendilerine zul gelen, " pis işlerini " yaptırmak için de, şu ilanı kullanıyorlar :
" Vasıfsız ülke aranıyor ".








Cafer Günday


















18 Ekim 2014 Cumartesi

Böl, Parçala, Yönet, Ne Kazandırır, Ne Kaybettirir ?

İnsanların olduğu gibi, ülkelerin de, ülkelerin olduğu gibi, insanlığın da, karması vardır.
Tek tek insanların karması birleşir, ülkelerin karmasını,
ülkelerin karması birleşir, insanlığın karmasını,
çağların karması birleşir, gelmiş geçmiş, bütün insanlık tarihinin karmasını meydana getirir.



Dolayısıyla, ben yaptım oldu, geçmişte kaldı, unutuldu gitti, bitti, denemez, hiç bir şey için.
Hesap dönemi, uzun sürse de, gelir bir gün, milletlerin önüne.


Yönetim anlayışı, kişiden kişiye, milletten millete, değişir.
Kimi, araya nifak sokarak yönetmeye çalışır.
Kimi, istihbarat sistemini güçlendirir, bununla işlerini yürütür.
Kimi, satın alarak, kendine çalıştırarak işlerini yoluna koymaya uğraşır.
Kimi de, geliştirerek, fayda sağlayarak kalıcı olmaya çalışır.



Nihayetinde, herkes, bir biçimde, yönetim anlayışını hayata geçirir.
Fakat, iş, bununla bitmez.
Her anlayışın birikimleri, sonuçları, olur.
" Terazi var, tartı var, her şeyin bir vakti var ".
Herkes, her şeyi ister ama yaptığına göre sonuçlar gelir, onu bulur.



Sizin ne yaptığınız, başınıza ne geleceğinin de, formülüdür, aynı zamanda.
" Rüzgar eken, fırtına biçer ".
" Öfkeyle kalkan, zararla oturur ".
" Komşusuna gülenin, başına gelir ".
" Keskin sirke, küpüne zarar verir ".
" Eden, bulur ".
" Hak, yerini bulur ".
" Çalma elin kapısını, çalarlar kapını ".
" Dede, koruk ( ekşi elma, erik ) yer, torunun, dişi kamaşır ".




O halde, bir yönetim biçimi belirlerken, bunun neticelerini düşünmek durumundayız.
" Ben yaparım, her zaman da, suyun yüzüne çıkarım. Her yaptığım yanıma kar kalır " anlayışı, bu Dünya'da geçerli değildir.
Nihayetinde, yaptığınızın bedelini ödersiniz.
Bu bedeller, günlük olabildiği gibi, yüzyılları da, bulabilir.


Milletler bedel öderken, günlük bedel ödemez, elbette.
Milletlerin ödediği bedel, onyılları, yüzyılları, kuşakları bulur.
Ama milletler de, komşularına, diğer milletlere yaptıklarının hasadını, iyi veya kötü toplarlar.



O nedenle de, milletler, geleceklerinin refah içinde geçmesini, sevilip sayılan bir millet olmayı istiyorlarsa, ona göre davranmalıdırlar.
Sürekli ara bozan, kavga çıkaran, asıp kesen milletler, geleceklerinde, saygı görmeyeceklerdir herhalde.
Milletler, çektikleri zorlukların temelini geçmişlerinde aramalıdır.





Güçlü milletler, güçlü devletler, " Böl, parçala, yönet " mantığıyla, ayrıştırarak, nizah üreterek yönetme biçimini seçerek, uzun vadede, kendi mezarlarını kazmaktadırlar.
Gelecekte kendi çekecekleri acıların, temellerini atmaktadırlar.
Güçlü milletlere, güçlü devletlere düşen görev, Dünya'nın acısını artırmak, çoğaltmak değil, acılara merhem olabilmektir.







Cafer Günday











17 Ekim 2014 Cuma

İntihar, Çözüm Mü ?

İnsanın kendi eliyle hayatını sonlandırması, basit bir olay değil.
Akıl hastalığı dışında, bunun gerçekleşmesi için, hayatla bağlarının çok zayıflamış olması lazım.
Kişisel nedenler, psikologlar tarafından ayrıntılı olarak incelenebilir.
Bizim burada, vurgulamak istediğimiz konu, ülkemizdeki değişimle, intiharlar arasında bir bağlantı olup olmadığıdır.



Değişim ve savaş dönemlerinde, intiharların arttığı bir gerçektir.
İnsanlar, yeni şartlara uyum göstermekte zorlanırlar.
Aşırı hassas insanlar, değişim dalgasına kendini kaptıran insanlar, bunu kaldırmakta, göğüslemekte zorlanabilirler.


Toplumların ana değerleri değiştiğinde, bu zorlanma daha da, artar.
Yüzyıllarca doğru bilinenler, yanlışlanmaya, değişmeye başlar.
Toplum, ayaklarının altındaki zeminin, kaydığını hisseder.
Ya eski değerlere tutunmaya çalışır veya tutunacak yeni değerler arar.
Bu ikisini de yapamayanlar, boşlukta kalabilir ve intihar düşüncesi ağır basmaya başlayabilir.



Hayat anlamsızlaşır, yaşamak için bir neden kalmadığını düşünürler.
Halbuki, aslında gerçek öyle değildir, yaşamak için, nedenler hala vardır.
Ancak, kişi, bu nedenleri görmez veya tüketmiştir.



Yaz ayları bitip, sonbahar geldiğinde, soğuklarla beraber, hastalıklar da, kendini gösterir.
Beden, enerji değişimi nedeniyle kendini yeni duruma hazırlar.
Bağışıklık sistemi güçlü olanlar, hastalanmadan, yeni şartlara uyum gösterir.
Bağışıklık sistemi zayıfladıkça, geçirilen hastalığın boyutu büyür.
Basit bir grip, ölüme kadar gidebilir.



Ülkemizde yeni yaşam biçimi yerleşene kadar, başka intiharlar da, olacaktır, kuşkusuz.
Aileler parçalanacak, yalnızlık artacak, tüketim kalıpları değişecek, arkadaşlık, geleneklerle ilgili, yeni değer yargıları yerleşecektir.
Modern sermaye toplumu ilişkileri, zor da, olsa, zamanla yerleşecektir, ülkemizde.
Bu, bir yandan, geçmişten kopmayı temsil ettiği kadar, geleceğe atılan ileri bir adımı da, temsil etmektedir.




Modern sermaye ilişkileri, bizim ürettiğimiz, bizim içimizden çıkan ilişkiler değildir.
Biz, toplum olarak, bu biçime girmeye zorlanacağız.
Dolayısıyla, kolay olmayacak, genetiğimize pek de, uymayan ilişkileri yaşamaya çalışacağız.
Yeni hayat biçimine ne kadar kısa sürede, uyum sağlayabilirsek, yaşanan travmalar da, o ölçüde, az olacaktır.
Ancak, yeni ilişkilere uyum göstersek bile, sistemin kendi doğasından kaynaklanan ve insanı kendi tabiatından uzaklaştıran özellikleri, mutsuz etmeye devam edecektir.



Boşanmaların artması, intihar eğilimleri, gençlikteki çeteleşme eğilimleri, hayatı daha kolay göğüslemeye yardımcı olduğu düşünülen, alkol ve uyuşturucu kullanımının artması, yeni hayat biçiminin önümüze koyduğu gerçeklerdir.



Artık, eskisi gibi olmayacak.
" Türk usulü " yerine, " Alman usulü", " İngiliz usulü ", " Fransız usulü ", " Amerikan usulü", " Japon usulü " davranışlar, yerleşecek hayatımıza.
Modern sermaye ilişkileri yerleştikçe, bunları, daha çok yaşayacağız.
Bu ilişkilerin içine doğan neslin uyumu, daha kolay olacak.
Problem, eskiyi bilen ve yeniyi kabul etmekte zorlanan, geçiş neslinde yaşanacaktır.




İntihar, çözüm değil.
İntihar etmek de, kahramanlık değil.
İntiharların çözüm gibi sunulması da, doğru değil.
Yaşamak için, her zaman, nedenlerimiz vardır.
Yeter ki, görmesini bilelim.





Cafer Günday













13 Ekim 2014 Pazartesi

Büyük Olan, Baştan Çıkmaz...

Lider olmanın, önde olmanın zorlukları vardır.
Lider olmak, kurucu olmak, hedefe götürebilmek, bazı meziyetler ister.
Herkes, lider olamaz.
Lider olduğunu düşünüp, yarı yolda kalan, çok olmuştur.




Liderlerin en büyük dostları ve en büyük düşmanları, kitlelerdir.
Lider, kitlelerle bağını doğru kuramazsa, kitlelere yenilir, baştan çıkar.
Lider, kitlelerle bağını doğru kuramazsa, kitlelerden kopar, kibir hakim olur.
Her iki durumda da, yenilgi, kaçınılmazdır.


Kitleler, lideri, hem omuzunda taşır, hem de, mezarını kazar.
Kitleler, kendini ileriye taşıyacak, ana meselelerini çözecek kişiyi, önder olarak kabul eder.
Gücünü, ona devreder. Güvenini, inancını, ona verir.
O önde, kitle arkasında, yolunda yürümeye devam eder.




Liderin işi, zordur.
Hem, kitlenin kendini emmesine izin vermeyecek, hem de, ondan kopmayacak, uzaklaşmayacaktır.
Eğer, emilirse, sıradanlaşır, önderlik vasfını kaybeder.
Ama bu öyle bir güçtür ki, kendine çeker, kendine benzetmeye çalışır.
Liderin, bu güce karşı koyması çok zordur.
Lider, bu güce karşı koyamazsa, kitlenin sırtını sıvazlamaya başlar.
Onun istediklerini uygulamaya koyar.
Bu noktada da, gerileme ve yerinde sayma başlar.


Çünkü, kitlenin istediği, liderin onu ileri taşımasıdır.
Aldığı tavizler hoşuna gider ama ilerleme de, durur, bu arada.
Lider, kitle tarafından emilmiştir, kendine benzetilmiştir, artık.
Lider, liderlik vasfını kaybetmiş, herkes gibi olmuştur.
Kitle, kendine benzettiği liderin bu durumunu gördükçe, homurdanmaya başlar.




Kendine benzettiği lider, artık, onun gelecek umudunu temsil etmez.
Çünkü, kitle, lideri, sadece, kendine benzediği için değil, gelecek umudunu taşıdığı için, ister.
Kendi, sıradandır, hatalıdır, günlüktür, oysa gelecek umudu ister.
İyileşeceğini, geleceğin güzel günler getireceğini düşünmek ister.
Lider, sıradanlaştığında, kendine benzediğinde, onu, tahtından indirir.


Büyük olan liderler, baştan çıkmazlar.
Kitlelerin çekim gücüne kapılmazlar.
Kitlelerden kopmazlar.
Hem onların içinde, hem dışında olurlar.




Büyük liderler, kitlelerin sırtını sıvazlayıp, onlara benzemezler.
Onlardan biri olarak, geleceği temsil ederler.
Kitlelerin gücüne teslim olan, baştan çıkan lider, liderlik vasfını kaybeder.
Kitlelerden kopan, kibire teslim olan lider de, liderlik vasfını kaybeder.
Kitlelerin gücünü, kendi gücü sanmaya başlar.
O zaman da, kitleler, verdiği gücü, geri alır, lider kabul ettiği kişiden.


Zordur, büyük lider olmak.
Büyük lider, ne baştan çıkar, ne de, kibire kapılır.
Çünkü, her iki durumda da, lider, kendi mezarını kazar.







Cafer Günday











10 Ekim 2014 Cuma

Ne Doğrarsan Aşına, O Gelir Kaşığına...

Dünya siyaseti, basit iş değildir.
Bir anda, ortalık karışır.
Bir anda, pazarlıklar, dengeler değişir.
Dost, düşman, düşman, dost olur.




Dünya siyasetinde, kimsenin eli armut toplamaz.
Herkes, gardını almış, hazır vaziyette bekliyordur.
Dünya arenasında, acıma olmaz.
Uzun vadeli planlar, ortak ve karşıt menfaatler, devrededir.
Kimse, kaşınız gözünüz için, Size, merhamet etmez.


Dünya siyaseti, ileri görüşlü devlet insanlarının işidir.
Bir günlük, bir aylık, bir senelik, Dünya Siyaseti yürütülmez.
Uzun vadeli planlar, programlar yapılır.
Olaylar devam ettikçe, bu planlar revize edilir, yeniden kurgulanır.
Ama ana plan, kolay değişmez.




Seçilen idareci, devlet politikasını, sadece, kendi ömrüyle, sadece, kendi inancı ve düşüncesiyle sınırlı tutarsa, yanılır.
Bu, çok kısa vadeli bir menfaati temsil eder.
Ve kısa vade de, hemen geliverir.
O zaman da, izlenen politika, çoktan iflas etmiş, geçerliliğini yitirmiş olur.
Sürece, diğer güçler ağırlığını koyar, Siz de, istemeseniz de, o güçlerin isteğine boyun eğersiniz.



Bugün, İngiltere, Almanya, Amerika, Japonya, Çin, Hindistan, Rusya gibi ülkeler, uzun vadeli devlet politikalarını yürütmektedirler.
Ülkemizdeyse, ne yazık ki, bunu görememekteyiz.
Ülkemizde, siyasi ortamın çok çabuk değişmesi, devlette ve siyasette devamlılık düşüncesinin zayıf olması, her dönemde, bambaşka politikaların gündeme gelmesine neden olmaktadır.
O zaman da, kendinizin değil, başka güçlerin istediklerinin oyuncağı durumuna düşebilirsiniz.




Dayatmalara karşı duramazsınız.
Ülkeniz ve yakın bölgelerinizde kurulan güç dengelerinde, esameniz okunmaz.
Siz, ülke olarak, etken değil, edilgen olursunuz.
Yönlendiren, biçim veren değil, yönlendirilen, biçim verilen ülke konumuna düşersiniz.



Bunun faturası da, belli bir politik görüşe ve iktidara kesilerek de, çözüm sağlanamaz.
Başka bir politik iktidar gelse, durum değişecek mi ?
Ya da, değişti mi ?
Güçlü ülkeler, karşılarında güçlü ülkeler gördüklerinde, pazarlık eder, güçbirliği yapmak isterler.
Eğer, karşılarında, güçlü ülkeler, akıllı politika üreten ülkeler yoksa, yönlendirmek, güdümlerine almak isterler.
Biz, güçlü ülkelerle, eşit müzakere edebilmeyi hedeflemeliyiz. Pazarlık masasında, nasıl asli unsur olabiliriz, ona zihnimizi yormalıyız.



Uluslararası planda, o burayı karıştırıyor, şunu etkiliyor, bunu kışkırtıyor, diyemezsiniz.
Tabii ki, karıştıracak, etkilemeye çalışacak, planı programı çerçevesinde, uluslararası siyaseti yönlendirmeye çalışacak.



Bilinçli olun ya da olmayın, taraftar olun ya da, karşısında olun, fark etmez, istediğiniz, izin verdiğiniz tablo gerçekliğe büründüğünde, rahatsız olmanın bir anlamı yoktur.
Çok uzun yıllardan beri, santim santim, hazırlanan hesap kitap, uygulama aşamasındadır.
Dirayetli bir politika izleyerek, bunları yaşamama imkanı vardır.
Ne istiyorsan, onu yaşarsın. Ülkemiz de, bundan istisna değildir, istediğini yaşamaktadır.
" Ne doğrarsan aşına, o gelir kaşığına ".








Cafer Günday




















3 Ekim 2014 Cuma

Holdinglerimiz, Doğru Yönetiliyor Mu ?

Sermaye sisteminde, mülkiyet özeldir.
Toplumsal sermaye, bireyler tarafından sahiplenilir, onların mülkiyetindedir.
Ancak, buna rağmen, sermayenin toplumsal niteliği, değişmez.
Bireysel mülkiyet olmasına rağmen, aslında, toplumdaki bütün değerler, hepimizindir.




Dolayısıyla da, toplumu ilgilendiren, büyük işletmeler, doğru yönetilmek durumundadır.
Büyük mülkiyet sahipleri, keyfe keder davranamazlar, toplumun zararına çalışmamaları gerekir.
Bu, bir ordunun, ordu komutanına emanet edilmesi gibidir.
Ordu komutanının ve toplumsal sermayeyi yönlendiren kişilerin, bu sorumluluklarının bilincinde olmaları gerekir.



Bugün, büyük sermaye şirketlerimizde, üçüncü kuşak nesiller, yavaş yavaş, yönetimi almaya başlamışlardır.
Artık, kurucular, sahneyi terk etmişlerdir.
" Çamuru, çiğneyen bilir ". Asfalt atıldıktan sonra gelen, çamurun eziyetini, ne bilsin ?
Kurucudan sonraki kuşaklar, ister istemez, " hazır kurulmuş bir sistem " ortamına doğmaktadırlar.




Her girişimcinin çocuğu, girişimci ruhla doğabilir mi ?
Her müzisyenin çocuğu, müzisyen olabilir mi ?
Genetik devam, ayni yeteneklerle, bu Dünya'ya gelmeyi garantilemez.
Ancak, mülkiyet özel olduğu için, devasa işletmeler, kan bağı nedeniyle, yeni nesle devredilmektedir.
Yahudi, bir yer alırken, sorarmış : " Miras mı, kaldı, kendi mi, kazandı ? "
Yeni nesil, bu devasa müesseselerin, dişin - tırnak nasıl kurulduğunu bilmez, hissetme imkanı da, yoktur.
Tıpkı, yeni neslin, bu sınırların, hangi hayatlar pahasına çizildiğini unutması, önemsememesi gibi.



Dünya, yeni bir çağa ayak basmış durumdadır.
Bu çağ, teknoloji ve bilgi teknolojisi çağıdır.
Dünya'nın yeni zenginleri de, bu yaklaşımı yakalayanlar arasından çıkmıştır.
Hiç bir fabrikası olmadan, zenginler listesinin ilk sıralarını, 25 - 35 yaş grubundan insanlar paylaşmış durumdadır.
Burada, gerek, bizim holdinglerimizin, gerekse, uluslararası holdinglerin " Nal topladıklarına ", bu fırsatları kaçırdıklarına tanık oluyoruz.



Önceki yıllarda, Microsoft'un ilk zamanlarında, Bill Gates'in, sermaye bulmak için, İstanbul'da, bir toplantı organize ettiğini duymuştum.
Ve ülkemiz sermayedarlarının " yatırım yapılacak bir şirket değil " sonucuna vardıklarını öğrenmiştik.
Aynı durum, mobil iletişim alanında da, yaşandı.
Büyük holdinglerimiz, bu alanı da, kaçırmış durumdadırlar.
O zamanlar, Turkcell'i yatırım yapılmaz anlayışıyla reddettiklerini biliyoruz.
Türkcell'e yatırım yapılmamasının nedeninin de, çağrı cihazı satışlarıyla karşılaştırılması olduğunu, konuyu bilenler, bilir.



Bu örnekler, artırılabilir.
Buradan çıkan sonuç, şudur :
Ülkemiz ve Holdinglerimiz, Dünya'daki değişimi, yeni alanları yakalama, fark etme konusunda, yetersiz kalmışlardır.
Güce sahip olmak demek, gelişeni görebilmek anlamına gelmez.
Bu hataya, IBM'in de, GM'nin de, düştüğünü görüyoruz.
Kuşaklar değiştikçe, gövde büyüdükçe, hantallaşma kaçınılmaz olmaktadır.
Bürokrasi, büyük işletmelere egemen olmaya başlamaktadır.
O zaman da, Bill Gates, Steve Jobbs, Mark Zuckerberg, Larry Page - Sergey Brin, Jack Dorsey görülememektedir, atlanmaktadırlar.




O halde, gerek ülkemiz, gerekse holdinglerimiz, bu meseleyi aşacak tedbir almak durumundadırlar.
" Kibir " düşüşün, başlangıcıdır.
Ekonominin de, hiç acıması yoktur.
Eğer, geleni görmez, kendinizi yenilemezseniz, büyük - küçük demeden, kaybolup gidersiniz.







Cafer Günday