24 Aralık 2014 Çarşamba

Sermaye Sistemi, Neden, Sağlığa Zararlı, İhtiyaç Olmayan, Ürünler Üretir ?

Sermaye sistemi, bir üretim sistemidir.
Kaynakları, belli biçimde organize eder ve toplumsal üretimi gerçekleştirir.
Üretim biçimini ve paylaşımı organize eder.
Bunu da, piyasalar aracılığı ile gerçekleştirir.



Sermayenin, sahibinden ayrı olarak, amacı bellidir.
Büyümek, çoğalmak, merkezileşmek.
Bu amaca ulaşmak için, sahibi de, dahil olmak üzere, herkesi harekete geçirir, organize eder.
Ve her fırsatı değerlendirir.




Sermaye sistemi, üretimini, piyasa için yapar.
O nedenle de, piyasa talebi, üretimi, yatırımı, yönlendirir.
Fakat bu arada, talebi canlandırmak için de, kamçılar, yeni talepler yaratır.
Tüketicinin farkına varmadığı, isteyebileceği ürünler üretir.
Amaç, talebi artırıp, bunu, satışa çevirmek ve üretimi, artırabilmektir.


Bunu yaparken, ürettiği ürünün tüketiciye faydasıyla ilgilenmez, sadece, satın alıp almayacağına bakar.
Lüks tüketimi kamçılar, insan sağlığına faydası olmayan ama talep edilen ürünleri de, üretir.
Mesela, içki, sigara, şeker, gazlı içecekler, vb. bunlar arasında sayılabilir.
Sistem, meseleyle, ürün satıldığı ana kadar ilgilenir, ondan sonrası, kendi ilgi alanına girmez.



Burada, sistemin itici gücü, talebin niteliğidir.
Daha da, ileri gider, talebi de, yoktan var eder, yönlendirmeye çalışır.
Bu, sistemin tabiatıdır, kızmakla, bağırmakla çözülecek bir mesele değildir.
İş, tüketiciye, topluma düşmektedir, bu noktada.
Tüketici bilinçlendikçe, kendine, kendi sağlığına zarar veren ürünleri almadıkça, bu ürünler, piyasadan çekilecektir.




Üretim, sağlıksız ürünlerden, sağlıklı ürünlere yönlenecektir.
Sermaye sisteminde, üretimi, talep yönlendirir, yön çizer.
Satılmayan ürün, raflarda bir süre kalır, bir süre sonra da, üretimden çekilir.
Tüketici bilinci, bu noktada, sermayeyi eğitecek, yönlendirecektir.
İçilmeyen sigara, üretilmez. İçilmeyen içki, üretilmez.
Sağlığa zararlı, katkılı ürünler, satılmazsa, raflarda kalır.




Hazır gıda, talep edilmezse, bu alana yatırım yapılmaz.
Gazlı içecekler içilmezse, satılmaz.
Dolayısıyla, üretimin niteliğini belirleyen, talebin niteliğidir.
Tüketicinin bilinç seviyesidir.
Toplumlar, spor yapmaya yönlense, sermaye, spor salonları açacak, spor aletleri daha fazla üretilecektir.
Toplumlar bisiklete merak salsa, bisiklet üretimi, tavan yapacaktır.
Tüketici, katkısız, doğal ürünlere yöneldiğinde, sermaye, bu alanda yatırım yapma ihtiyacı duyacaktır.
Toplum sağlıklı olduğunda, ilaç sektörü gerileyecektir.





Kronik hastalıklar artarsa, sermaye de, bu karlı alana yatırım yapmak için, can atacaktır, hatta, kronik hastalıkların artması ve devamı için de, el altından çalışacaktır.
Kristal şeker satışı arttıkça, bedenler hastalanacak, insanlar, yedikçe yiyecektir.
Burada, piyasadan şekeri satın alan, üretimi yönlendiren, nihayetinde, tüketicidir.
Kimse, zorla, satış yapmamaktadır.
Elbette, reklamla, araştırmalarla, talep yönlendirilmeye çalışılır, ancak, bilinçlenmesi gereken de, tüketicinin kendisidir.



Sermaye sisteminin, insan sağlığı, çevrenin tahrip edilmemesi gibi bir kaygısı yoktur.
Sermayenin işi, çoğalmak ve merkezileşmektir.
Bunun için de, ne gerekiyorsa yapmaktan çekinmez.
Sahiplerini de, acımasızca kullanır, bunun için.


Sermayeyi eğitmek, dizginlemek, yönlendirmek, bir bütün olarak topluma düşmektedir.
Ateş, bir güç, bir enerjidir.
Ateşi, pişirmek, ısınmak için de, kullanabilirsiniz, yakmak, yok etmek için de.
Sermayenin bu yok edici, zarar verici yönünü, toplum eğitmek, engellemekle yükümlüdür, kendi menfaati için.



Toplumlar, kendilerini, sermayenin bu doymaz iştahına teslim ettiklerinde, ne sağlıkları kalır, ne, yaşayabilecekleri bir çevre.
Sermayenin, sadece, kar için üretim hedeflerine, fayda için üretimi de, toplum bilinçlenerek eklemelidir.








Cafer Günday








22 Aralık 2014 Pazartesi

Sermaye, Sahibi Olarak, Kimi Seçer ?

Biz, sahip, sermayeyi seçer sanırız.
Halbuki, tersi olur.
Sermaye, sahibini seçer.



Sermaye, her ortamda durmaz.
Sermaye, her yerde, konaklamaz.
Sermayeyi, herkes tutamaz.
Sermayeyi, herkes, biriktiremez.
Sermayeyi, herkes, koruyamaz, kollayamaz.



Sermayeye sahip olacak, insan veya toplumlar, belli özellikler taşımalıdır.
Her insanı özellik, sermaye sahipliğine uymaz.
Sermaye, bu özellikleri taşımayan insandan kaçar.
Sermaye, bu özellikleri taşımayan toplumlardan kaçar.


Sermaye, hangi özellikleri sever ?
Sahip, mülkiyet duygusu güçlü olmalı.
Sahip, " Hep bana, hep bana " demeli.
Sahip, " Daha çok, daha çok " demeli.
Sahip, çoğaltma isteğiyle dolup taşmalı.
Sahip, mevcutla yetinmemeli.
Sahip, cesur, atak olmalı.
Sahip, kararlı olmalı.
Sahip, çalışmayı sevmeli.
Sahip, gösterişe önem vermemeli.
Sahip, yatırım aşığı olmalı.
Sahip, biriktirme tutkusu taşımalı.
Sahip, kıskanç olmalı.
Sahip, koruma duygusu güçlü olmalı.
Sahip, egosu güçlü olmalı.
Sahip, duyguları değil, aklı önde tutmalı.
Sahip, neyle karşılaşırsa karşılaşsın, sermayeyi tercih etmeli.




Fazla duygusal olan, zayıf karakterli, korkak, kararsız, gözü yaşlı insanları ve toplumları sevmez.
Elindekiyle yetinen, sermaye dışında, başka değerlere önem veren toplumlardan ve insanlardan kaçar.
Sermaye, kendini çoğaltmak isteyen, kendini koruyan, kollayan, tüketmeyen insanda ve toplumlarda birikir.




Bu, sahibin değil, sermayenin  tabiatıdır.
Sermaye, bu tabiata uyan insanlarda, toplumlarda birikmeye başlar.
Sermaye, kendi olgunlaşma sürecini, ancak, bu ortamda tamamlayabilir.
Sermaye, kendi dışlaşma sürecinde, bu ortamı ister ve üretir.






Sahip sermayeyi seçmez, sermaye, sahibini seçer...









Cafer Günday



20 Aralık 2014 Cumartesi

Neden, Kapitalistleşemiyoruz ?

Biz, yağmacıyız.
Yağma(yaÎgma)' eski Türkçe'de, "saldır, yayıl, yağmala" demektir.
Yani, üretme değil, üretilene el koyma, anlamına gelir.




Sermaye sistemi, Batı dediğimiz, Avrupa toplumlarında ortaya çıkmış, vücut bulmuştur.
Sermaye ide'si, Avrupa'da dışlaşmış, gelişmeye, orada başlamıştır.
Bunun nedeni, sermaye sisteminin gelişmesi için, gerek dinsel, gerek zihin yapısının, en uygun orada olmasıdır.
Sermaye sistemi, en mümbit zihin toprağını, orada bulmuştur.


Doğu toplumları, sermaye sistemi için, uygun zihinsel yapıya sahip değildir.
Kazanma diyen, elindekiyle yetin diyen bir zihinsel yapı, sermayeyi çoğaltabilir mi ?
Çalışmayı ciddi manada öven hatta kutsallaştıran, gösterişe önem vermeyen, yatırıma teşvik eden bir zihin olması gereklidir.
O nedenle de, Endüstriyel Kapitalizm’ in ruhu "Protestan Ahlâk" tır.




Sermaye ilişkileri, Avrupa dışında, Doğu'da, ortaya çıkmamış, gelişmemiştir.
Doğu zihin yapısı, ruhu, sermaye sisteminin ortaya çıkmasına izin veren, geliştiren bir yapı değildir.
Modern işletmeler, endüstriyel sermaye sistemi, Doğu zihnine aykırıdır.


O nedenle de, sermaye ilişkileriyle karşılaşan Doğu toplumları, zorlanmaktadır.
Zihin yapısının getirdiği, yağma, talan yapısı, alttan alta, yeşermektedir.
Bir değer birikimi görüldüğünde, bu birikim, çoğaltılması gereken olarak değil, yağmalanması gereken olarak algılanmaktadır.



Endüstriyel sermaye toplumu olabilmek için, dini ve zihinsel yapıların, bunu desteklemesi, gereklidir.
İslami anlayış, diğer dinler, doğu toplumsal zihni, bu dönüşümü yapamamıştır.
Hala, modern sermaye, islami düşüncede ve diğer dinlerde, dışlanmaktadır.
Dolayısıyla, sermaye ilişkileri, yaygınlaşacağına, sermaye, merkezileşeceğine göre, karşıt düşünce ve zihin yapıları ya, zayıflatılacak veya dönüştürülecektir.



Eğer, bu dönüşümü, içsel olarak yapamazsanız, dönüşümü, eklemlenmeyi, uluslararası sermaye yapmak durumunda kalır. Dönüşüm, ya içsel, ya da, dışsal olacaktır.
İçsel olarak yapamayıp, dönüşümü, dışsal müdahaleye bırakırsanız da, önünüze konan yemeği yemeye mecbur kalırsınız.



Ya, yağma zihni yapısını terk edip, modern endüstri toplumu olacağız,
Ya da, yağma zihni yapısını terk edip, modern endüstri toplumu olacağız.
Başka, çıkış yolumuz yoktur.







Cafer Günday












15 Aralık 2014 Pazartesi

Uluslararası Sermaye Sisteminin Mi, Dediği Olur ?

Dünya, bir güçler dengesinde ilerler.
Bugün, en büyük güç, sermayedir.
Dolayısıyla, sermaye sisteminin gücü, baskınlığı, tartışmasızdır.



Sermaye, henüz, yapacaklarını, yapması gerekenleri, yapamamıştır.
Sermaye " formu ", olgun değildir, kendini tamamen dışlaştırmamıştır, dışsal Dünya'da, gerçekleştirmemiştir.
Dünya'yı, yöneten, yönlendiren, kaynakları, harekete geçiren, paylaştıran, sermaye sistemidir.
Teknolojiyi, hayatımızı hızlandıran, merkezileşmeyi zorlayan, bağımsız ekonomik birimleri, birbirine bağlayan, pazar için üretimi teşvik eden, yine, sermaye sisteminin kendisidir.


Yığınları, üretim sürecinde disipline eden, üretim sürecine çeken, atıl değerleri, sermayeleştiren, üretimi, seri üretime dönüştüren, yığın üretimini hızlandıran, robot teknolojisini, insansız üretim konusunda dev adımlar atan da, yine, sistemin kendisidir.


Üretimi ucuzlatan, tüketicinin önüne kadar getiren, üretimi bollaştıran, yığınsal tüketimi teşvik eden, refah seviyesini artıran da, sermaye sistemidir.



Ancak, bütün bunlar, yine de, sistemin her dediğinin olduğu anlamına gelmez.
Sistem, bunları, oldurmaya çalışmaktadır, yani, kendi " formunu " realize etmek için uğraşmaktadır. Dünya'yı, toplumları, halkları, bunları yapmaya, yaşamaya çekmektedir.
Fakat, Dünya da, sistemin, emrine amade değildir.
Dinsel, inançsal engeller, sistemin mülksüzleştirdiği yığınların tepkileri, sistem dışı üretim, modern sermaye anlayışından uzak devlet biçimleri, sistemi zorlayan, her dediğini yapmasını engelleyen unsurlardır.





Sistemin, kendi iç çelişkileri, krizler, firmalar arasındaki öldürücü rekabet, Dünyasal israf, doğayı, hayvanları, bitki ortamını, insan hayatını riske sokması, önemsememesi de, insanları, sisteme karşı durmaya itmektedir.
Tabiatın kirlenmesi, insanların, açlık sınırında yaşaması, savaşlar, insan ve hayvan katliamları, politik olarak sürdürülen oyunların etkileri, sistemin, kendi " formunu " gerçekleştirme çabasında, önüne çıkan zorluklardır.



Sermaye sisteminin büyük aktörleri, bu sorunları aşabilmek için, yoğun çaba içerisindedirler.
Nihayetinde, sermaye, zaman içinde, kendi, " mükemmel formuna " kavuşacaktır.
Ama bu form, aynı zamanda, sonsuz bir açlık içinde olduğu için, kendi içsel meselelerini aşamayıp, dönüşmek zorunda kalacaktır.
Sermaye sistemi, Dünya'yı dönüştürürken, kendi de, dönüşmektedir.
Modern sermaye toplumları, bu dönüşümün ilk yerleridir.









Cafer Günday










11 Aralık 2014 Perşembe

Kişiye ve Topluma Karşı İşlenen Suçları, Devletin Affetmesi, Doğru Mu ?

İnsanın insana zarar vermesi, bu yüzyılda ortaya çıkan bir durum değil.
İnsanın varoluşundan beri, insan, birbirine zarar vermiştir.
Nüfus artışı, toplu hayatın artması, metropoller, işsizlik, geçimin zorlaşması, suç oranlarını artırmış, niteliğini de, değiştirmiştir.
Cana ve mala kasteden suçlar, az değildir.




Kendinize, aile bireylerinize, iş ortamınıza karşı, öldürme, yaralama, çalma, zarar verme eğilimleri olabilmektedir.
Beden bütünlüğü, özellikle kadınlarda ve çocuklarda, hedef alınabilmektedir.
Tecavüz, dilendirme, zorla fuhuş yaptırma, organ ticareti gibi, insanlık suçları, işlenmektedir.
Uyuşturucu madde denilen ve insan bedenini hedef alan, ölüme ve sakat kalmaya yaklaştıran madde ticareti, üretimi, satışı, az değildir.



Hukuk sistemi, birey adına, başka bireylerin beden ve ruh bütünlüğünü hedef alan zarar vermeleri caydırma, engelleme, cezalandırma amacıyla vardır.
Bireyin, kendine ve malına karşı işlenen suçların cezasını kendinin verme hakkı yoktur.
Bu cezalandırmayı kendi yapmaya kalkarsa, bu da, ayrı bir ceza nedenidir.
Dolayısıyla, birey, hukuk sisteminden bekler, kendine ve mülkiyetindeki mala karşı işlenen suçların cezalandırılmasını.


Ülkeden ülkeye, toplumdan topluma, çağdan çağa, suç kavramı, değişir.
Bazı suç kabul edilen fiiller suç olmaktan çıkar, suç kabul edilmeyen fiiller, suç kapsamına alınır.
Hukuk sistemi, kanunlar, kanun yapma gücü, ceza sistemi, toplumun, devlete ve içinde yaşadığı sisteme olan güven derecesini belirler.
Birey, işlenen suçların cezasız kalmayacağından emin olduğunda, verilecek cezanın da, işlenen suçla orantılı olduğunu düşündüğünde, vicdanı rahat olur ve toplumsal sisteme güvenir.





Hukuk sisteminin işlemediği, az işlediği, aksadığı, verilen cezayla, işlenen suçun orantısız olduğu toplumlarda, birey vicdanı rahat etmez.
Birey, sosyal hayatını sürdürürken, tedirgin olur.
Haksızlığa uğradığını düşündüğünde, bunun sorgulanacağından ve cezalandırılacağından şüphe duyar.
Toplumda, suç işlediği halde, serbest kalan, cezasız kalan insanları gördüğünde, hayatından ve mülkünden endişe duyar.


Hukuk sistemi, toplumun esenliği açısından, düzgün işlemeli, kişilere göre, hukuk gelişmemelidir.
Hukuk sistemi karşısında, herkes, eşit olmalıdır. Hukuk sisteminde, kişi değil, fiil yargılanmalıdır.
Fiili yapan da, kim olursa olsun, kanundaki cezasını almalıdır ve cezasını çekmelidir.
Ancak, bu takdirde, birey, sisteme güven duyar.


Hukuk sisteminin, modern sermaye toplumlarında, daha güçlü olduğuna, kişilere göre uygulanmadığına, suçun cezasız kalmadığına tanık oluyoruz.
Bu da, modern sermaye toplumlarında, bireyin, hukuk sistemine olan güveninin temelini oluşturmaktadır.
Sermayenin egemenliğini kurmadığı, kuramadığı toplumlarda, hukuk sisteminin çarpık yürüdüğünü de, izliyoruz.
Hukuk, elbette, mevcut sistemin güvencesi için vardır. Ancak, bunun uygulanması, sistemin devamlılığı açısından önemlidir.


Sermaye ilişkilerinin baskın olmadığı toplumlarda, hukuksuzluğun diz boyu olduğunu görüyoruz.
Hukuk sistemini uygulamakla yetkili kişilerin bağımsızlıklarının sorgulandığı, siyasi iktidarla, hukuk sisteminin özdeşleştiği durumlar az değildir, bu ülkelerde.
Sistemin hukukundan çok, siyasi iktidarın hukuku etkin olabilmektedir.
Bu da, sistem için, riskli durumlar doğurmaktadır.



Modern hukuk sistemlerinde, hukukun, kişiye ve topluma karşı işlenen suçları affetme yetkisi olmamalıdır.
Bir suç işlenmişse, bunun cezası, hukuk sistemi içinde verilmeli ve cezanın çekilmesi sağlanmalıdır.
Siyasi iktidarın, kendi suç sistemini getirmesi de, meseleyi çözmez.
Bu kez de, toplumun dengeleri bozulur, hukuk, toplumun, sistemin hukuku olmaktan çıkar, kişilerin, zümrelerin hukuku olmaya başlar.
Dolayısıyla, kanun yapıcı, kanunu çıkarırken veya değiştirirken, o anki menfaat ortamına göre düşünemez, düşünmemelidir.



Hatta bazı suçlar, kişiye karşı işlense bile, kamu davası olarak algılanmakta, kişi, şikayetçi olmasa bile, dava, kamu adına devam etmektedir. Kişinin, şikayetçi olup olmaması, verilecek cezayı engellememekte ancak, ceza miktarını etkileyebilmektedir.


Ülkemizde, af kavramı, belli dönemlerde, gündeme gelmektedir.
Elbette, kamu, devlet, toplum, barışık yaşamalıdır, affetme imkanı olduğunda, ceza veren değil, affeden olmalıdır.
Ceza, eziyete değil, iyileştirmeye dönük olmalıdır.
Suçu işleyen kişiyi, eğitmek, tekrar topluma kazandırmak amacı güdülmelidir.
Ancak, bu, kişinin işlediği suçu, yok saymak anlamına gelmemelidir.


Af, işlenen suçun, karşılıksız kalmasıdır.
Dolayısıyla, dengeyi bozan bir uygulamadır.
Af, toplumun vicdanını yaralar.
Özellikle, kişiye karşı işlenen suçların affedilmesi, mağdur olan kişilerde, sisteme olan güveni sarsar.
Ve af, belli dönemlerde, toplumda, özellikle suç işleyenlerde, bir beklenti halini almaya başlamışsa, bu, daha da, vahim demektir.
Birey, suçu işlerken, bu suçun cezasını çekeceğinden korkmalıdır, işlediği suçun cezasız kalabileceğini düşünen birey, daha kolay suç işlemeye başlar.



Af, işlenen suçun karşılıksız kalması, cezanın yarıda kalması, vicdanı yaralayan bir uygulamadır.
Af, bireye ve topluma karşı işlenen suçlarda, bir haksızlık demektir, toplumsal vicdanı rahatsız eder.
Af, toplumun sisteme karşı duyduğu güveni, azaltır.









Cafer Günday







Bölünecek Miyiz ?

Dünya sermaye sistemi istiyorsa, elbette, bölüneceğiz.
Bu bölünme, nasıl olacak, bunun çerçevesini de, uluslararası güçler dengesi belirleyecek.
Bunun dışında, Ortadoğu haritası nasıl biçim alacak, onu da, yine, uluslararası sermaye sistemi, kendi çizdiği çerçeveye göre belirleyecek.



Bu, böyle olmayabilir mi ?
Bu gidişi, en fazla, geciktirebilirsiniz.
Bu gecikme, 50 - 100 sene sürse bile, nihayetinde, olması gereken olur.


Olması gereken nedir ?
Nihayetinde, bütün çaba, sermayenin, bütün Dünya'da, merkezileşmesi, odaklaşması, güçlenmesi ve çoğalmasıdır.
Sermaye sistemi dışındaki toplumların, uluslararası sermaye sistemine entegrasyonudur.
Bu, A ya da, B ülkesinden, C ya da, D liderinden bağımsız, kişileri, kuşakları aşan bir çabadır.
Bu çabanın önünde durmak, karşı çıkmak, süreci uzatmış olur, başka bir sonuca ulaşmaz.



Sermaye, önünde, sonunda, merkezileşecektir.
Sermayenin önünde duran dini, siyasi, politik engeller aşılacaktır.
Elbette, bu entegrasyon süreci, sancılıdır, toplumlara, acı çektirir.


Dini anlayışlar, gelenekler, hayat biçimleri, erozyona uğrar.
Yabancılaşma, bencillik artar.
Toplumsal düşünce, yerini, bireyselliğe bırakır.
Aileler parçalanır, tüketim kalıpları değişir.
Mutsuzluk, suç oranı artar.


Sermaye sistemi, bir taraftan halklara acı çektirirken, diğer taraftan da, onları geliştirir, birbirine bağlar, kapalı üretim sistemlerini, pazara açar, üretim dışı unsurları, üretime taşır.
Çalışmayan, atıl yığınlar, üretim süreciyle tanışır.
Yerel üretim, yerini, Dünya piyasası için üretime bırakır.




Sermaye sistemi, geri, kapalı üretim sistemlerini, modernleştirir, seri üretime dönüştürür.
Bireysel üretimi, esnaf üretimini, yığın üretimine çevirir.
Fabrikalar büyür, mağazalar genişler.
Sermaye sistemi, bir yandan bunu yaparken, diğer yandan da, maliyetleri düşürebilmek için, bitmez tükenmez bir çaba içine girer.
Bunun için de, teknolojik gelişimi teşvik eder, hızlandırır.
Emeğin verimliliği, artar.
İşletme içi israf, ortadan kalkar.





Uluslararası politik ortam, bu merkezileşme çabasının yansımasından başka bir şey değildir.
Dünya toplumları, sermaye sistemiyle tanışacaklardır ve Dünya sermaye sistemine bir biçimde, entegre olacaklardır.
Bu entegrasyonun nasıl olacağı da, toplumdan topluma değişir.
Toplumların zihin yapıları, gelişmişlik seviyeleri, bu entegrasyondaki yerlerini belirler.
Kimi toplumlar, ara insan gücüne talip olurken, kimi toplumlar da, sermaye sahipliğine soyunur.
Kimi, tarım üretiminde kalırken, kimi de, sanayi üretimini üstlenir.




Merkezileşme, kaçınılmazdır.
Merkezileşmenin önündeki bütün engeller, zaman içinde, ortadan kalkacaktır.









Cafer Günday






















4 Aralık 2014 Perşembe

Sermaye Toplumlarında, Devletin Üretim Yapması, Doğru mu ?

Sermaye sistemi, bireysel mülkiyete dayanır.
İşletmeler ve mülkiyet, kişilere aittir.
Sermaye sisteminin ileri aşamalarında, mülkiyet, tabana yayılmaya başlamıştır.
Üretim toplumsal, ancak, mülkiyet, bireyseldir.
Bu, sistemin yapısıdır, doğrudur veya yanlıştır denilemez.




Dolayısıyla, sermaye toplumlarında, bireysel menfaatler öne çıkar, kamu bilinci zayıflar.
Üretimin toplumsal yapısı, bir arada yaşama mecburiyeti, ortak mekanları, şehirleri, metropolleri birlikte kullanma mecburiyeti, üretimdeki bir aradalık, ortak hayat anlayışını da, zorlar.


Sermaye toplumlarında, toplumsal sermaye, bireylere emanet edilmiştir.
Yani, sermayeyi, sermaye sahibi korur, kollar, çoğaltmaya çalışır.
Üretim sürecinde yer alan çalışan, sermayeyi değil, çalışması karşılığında alacağı geliri düşünür, önemser.
Sermaye, toplumsal olduğu halde, sermayeye yabancılaşır, hatta, karşısında durmaya başlar.
Çalışana göre, " Madem, sermaye, sermaye sahibine aittir, öyleyse, koruma da, kollama da, onun görevidir, beni ilgilendirmez ", der.
Böylece, toplumsal sermayeyle çalışan arasındaki bağ zayıflar, kopar.


Sermaye toplumlarında, devlet işletmeleri devreye girdiğinde, sermaye mülkiyeti, devlete geçer.
Kamu bilinci zayıf olduğu için de, işletmeler, aslında, sahipsiz kalır.
Sermaye sahibi, sistemin zorlamasıyla, verimliliği artırmak, sermayesini genişletmek, çoğaltmak ihtiyacı hisseder.
Kamu mülkiyetinde olan işletmelerde, bu fonksiyonu üstlenen yoktur.
Dolayısıyla, sermaye toplumlarındaki kamu işletmeleri, zaman içinde hantallaşır, verimlilikleri azalır, teknolojik olarak geriye düşerler.
Bir süre sonra da, topluma yük olmaya, getirisinden çok götürüsü olmaya başlar.


Kamuyu yöneten siyasi iktidarlar, buraları, ticari bir işletmeden çok, bir kamu kurumu gibi görürler.
Kamu mülkiyetindeki işletme yöneticileri, kapitalist kar hırsından uzak oldukları için, işletmeden çok, kendi kişisel menfaatlerini düşünmeye başlarlar.
Çalışanları da, devlet memuru gibi algılarlar.
Çalışanları da, bir sermayedar gibi gözeten, kamçılayan olmadığı için, zaman içinde, çalışanlar da, verimsizleşir, hantallaşırlar.


Sermaye toplumlarında, kamu mülkiyetindeki işletmelerin, esas anlamda, sahibi yoktur, tabir caizse, " kapanın elinde kalırlar".
Toplumumuzun bu konuda ürettiği atasözü, manidardır : " Devlet malı deniz, yemeyen domuz ".
Yani, sermaye toplumlarında, devletin, " yenecek " malı olmamalıdır.
Çünkü, " yenecek " malı olursa, " yiyen " de, eksik olmayacaktır.


Sermaye toplumlarında, devlet, üretimden uzak olmalı, " yenecek " malı olmamalıdır.
Devlet, küçülmeli, rantabl hale getirilmelidir.
Sermaye toplumlarında, üretim, bireysel mülkiyetteki işletmelerin işidir.
Borsa, bu bireysel mülkiyeti genişletmektedir.
Sermaye toplumlarında, kamuya üretim yaptırmak, ortaya, " ucubeler " çıkarır.


Sermaye toplumlarında, devlet, " malsız " olmalıdır.
Sermaye toplumlarında, devletin malını, işletmesini, koruyup kollayacak, kamu bilinci yoktur.
Sermaye toplumlarında, devlet, kamu kurumları, üretimden uzak olmalıdır.
Sermaye toplumlarında, kamu mülkiyetindeki işletmelerin hantallaşması, geri kalması, yağmalanması kaçınılmazdır.
Sermaye toplumlarında, üretim, özel işletmelerde olmalıdır.
Özel işletmeleri, sistemin aşırı hırslarını, eğitecek, yola getirecek olan da, toplumun kendisidir.











Cafer Günday






30 Kasım 2014 Pazar

Ak - Saray, İsraf Mıdır ?

İsraf : Gereksiz yere para, zaman, emek vb.ni harcama, savurganlık...
Ülkemizdeki israflardan ve sermaye sisteminin tabiatından kaynaklanan israflardan örnekler verelim.


Ülkemizde, 3.000.000 memur var.
Halbuki, devlet işleri, modernizasyonla, 500.000 kişiyle görülebilir.
2.500.000 kişi x 1.500 USD x 12 ay = 45 milyar USD fazladan yapılan gelir ödemesi yıllık.




Ülkemizde, yaklaşık, kayıtlı, 2.500.000 işsiz var.
İşte çalışmak istediği halde çalışamayan, üretmek istediği halde üretemeyen 2.5 milyon insan.
2.500.000 x 1.500.- USD x 12 ay = 45 milyar USD üretilemeyen gelir ve katma değer.
Siz, bunu, ikiyle çarpın.


" Ülkeler arası işgücü verimliliği karşılaştırıldığında çok geniş farklar vardır. Örneğin Türkiye’deki işgücü verimliliği ABD ve Almanya’daki işgücü verimliliğinin kabaca dörtte biridir. Bu farklar o ülkedeki işçilerin çalışkanlıkları veya tembelliklerinden ziyade ülkelerin ekonomik gelişmişlikleri, teknoloji düzeyleri ve çalışma koşulları ile ilgilidir. Fakir ülkede günlük çalışma saati daha fazla bir işçinin verimliliğinin ve gelirinin zengin ülkede daha az çalışan bir işçiden az olmasının sebebi; teknoloji ve eğitim düzeyi, işkolu, iş süreçleri, yönetim kalitesi (devlet, şirket, üniversite, STK…) siyasi ve ekonomik istikrar, vb. diğer faktörlerdir. Yurdum işçisinin Türkiye’de verimliliği 1 iken Almanya’da 4 olmasının sebebi işte bu sözünü ettiğimiz diğer faktörlerdir. "*


Yani, Almanya'daki 1 çalışana karşılık gelen çalışan sayısı, ülkemizde, 4 kişidir.
Ülkemizde, 28 milyon çalışan var.
Bu hesaba göre, 21 milyon kişi, boşa çalışıyor.
1 kişinin tutacağı tornavidayı, 4 kişi tutuyor.
21.000.000 x 1.000.- USD x 12 ay = 252 milyar USD ortalama verimsiz üretimden dolayı üretilen yıllık gelir.


Devletin, 193.000 kayıtlı aracı var.
Bu rakamı, çarpın, bölün, kamuya yükünü bulun.
240.000 lojman ve misafirhane var.
Bu rakamı da, çarpın bölün, kamuya yükünü bulun.
Devletin diğer, kurum ve kuruluşlarına girmiyoruz.
Kamunun işlettiği işletmelerdeki, görev zararlarının hesabını tutan var mı ?


Gelelim, sermaye sisteminin tabiatından gelen verimsizliklere ve israfa.
İşletmeler, piyasanın ne kadar talep edeceğini bilmedikleri için, her zaman stoklu çalışmak durumundadırlar.
Stok maliyeti dediğimiz şey, aslında, toplumun ödediği, gereksiz bir maliyettir.
Bu maliyet, hesaba, kitaba gelmeyecek kadar büyüktür.
Ve işletmelere ve topluma bir yüktür.

Benim malım daha iyi, benim malımı al, diye, tanıtım ve reklamlara harcanan para, ne kadardır ?
Bu reklamların, ürünün kendisine, ne faydası vardır ?
Sadece, tüketimi kamçılamak için yapılan reklam ve tanıtım harcamaları, hem işletmeler, hem de, toplum açısından, israftır.
Ve bu rakamlar da, hesaba gelmeyecek kadar, yüksektir.


Tarlada, kalan, aşırı üretimden dolayı heba olan, satılamayıp çöpe giden ürünün, haddi hesabı yoktur.
Ürününü, cicili bicili satabilmek için, ambalaja harcanan paranın, ürünün kendisiyle bir ilgisi yoktur.
Ambalaj sektörüne harcanan paranın, haddi hesabı yoktur.
Gereksiz ambalaj, hem işletmelere, hem de, topluma bir yüktür, israftır.


Vatandaşımızın, televizyon karşısına geçip, çekirdek çitleyerek geçirdiği zaman, israf değil midir ?
Köylümüzün işgücü verimliliğini düşündüğümüzde, 300.000 Volt elektrik çarpmışa döneriz.
Hiç düşünmeyelim, daha iyi.
Hiç bir faaliyet yapılmadan geçen bu zamanlar, israf değil midir ?


Ülkemizde, 22 milyon kronik hasta vardır. Kronik hastalıkların yıllık maliyetini, nasıl hesaplayacağız ?
Toplumumuzdaki kanserli hasta sayısı, 1.500.000 kişidir. Maliyeti, 2.5 milyar USD'dir.
Şeker hastası sayısı, 7.000.000 kişidir. Ülkemize yıllık maliyeti, 13 milyar USD'dir.
Sağlıklı bir hayat sürülebilecekken, bu maliyetler, israf değil midir ?


Her yıl sigaradan 120.000 kişi, hayatını kaybediyor.
Sigaraya, yılda, 7.5 milyar USD ödeniyor.
Ülkemizde, yılda, 1 milyar litre alkol tüketiliyor.
Alkole de, yılda ödenen para, ortalama, 7.5 milyar USD.
Alkol ve sigaranın, insana ne faydası var ?
Bütün bunlar, bir israf değil mi ?


Yaz aylarında, sahil kentlerinde, otellerde yaşanan israfın, haddi hesabı tutulmaz.
Evlerde, çöpe giden ekmeğin, tüketilmeden atılan gıdaların, hesabını, nasıl tutacağız ?


Toplu taşıma yerine, bireysel taşıma tercihi yapan ülkemizde, onlarca yıldan beri, otomotive ayrılan kaynak, karayollarına ayrılan kaynaklar, petrole giden paralar, hesaba, kitaba gelir mi ?
Ülkemizin doğusunda, hangi amaçla olduğunu hala bilemediğimiz ve onlarca cana ve paraya mal olan, yıllara yayılmış kör döğüşü, israf değil mi ?




Bütün bu savurganlıklar, onyıllardan beri devam ederken, tartıştığımız konu, şudur :
Ak - Saray, israf mıdır ?









Cafer Günday











* İşgücü Verimliliği Nedir? Nasıl Artar? (2005)
   Dr.Necdet Kenar

26 Kasım 2014 Çarşamba

Kadın - Erkek, Eşit Midir ?

Değildir.
Kadın, erkekten üstündür.
Erkek, kadından üstündür.
Çocuk da, her ikisinden üstündür.
Hepsi, birbirinden, faklıdır, birbirinden üstün, benzemez özellikleri vardır.



İnsanlığın soyunun devam etmesi, tek bir bedene emanet edilmemiş.
İkiye bölünmüş. Yumurta, kadına, sperm de, erkeğe, düşmüş.
İki yumurtadan, nasıl zigot oluşmazsa, iki sperm hücresinden de, zigot, oluşmaz.
Kadın erkeğe, erkek de, kadına muhtaçtır.


Sadece, bunlar da, değil.
Kadını erkeğe, erkeği de, kadına bağlayan, vazgeçilmez, ertelenmez, ötelenmez, başka şeyle telafi edilemez bir istek, arzu, bağ oluşturulmuş.
Bu bağ, hem bedensel arzuyla, hem de, ruhların, kişiliklerin, kimliklerin, cinsiyetlerin birbirini tamamlaması biçiminde kurgulanmış.



Kadın, erkeği, tamamlar.
Erkek, kadını, tamamlar.
İkisi de, bir bütündür.
Ayrılmaz, bölünmez, parçalanmaz.
Biri diğerinin üstüne çıkarak, çıkmaya çalışarak, bir yere varamaz.
Çözüm, üstünlükte değil, bütünleşmekte, yarımların tam olmasındadır.


Erkek, kadını ezerek, sömürerek, dışlayarak, horlayarak, bir yere varamaz.
Kadın, erkeğe, üstünlüğünü kabul ettirmeye uğraşarak, türlü kurnazlıklarla, erkeğin hayatını zehir ederek bir hedefe ulaşamaz.
Amaç, birbirini, ruhsal olarak da bütünleyen kadın ve erkeğin, bütünleşmesi olmalıdır.



Baba, annenin yerini alamaz, anne de, babanın.
Çocuğumu tek başıma yetiştirebilirim diye düşünen kadın da, yanılır, erkek de.
Çocuğu da, anne - baba birlikteliği, bütünler.
Huzurlu ve mutlu bir beraberlik içinde büyüyen çocuk, ruhsal doyumunu sağlayabilir.
Anne, babanın rolünü alamaz, baba da, annenin.




Parçalandıkça parçalanan, tek kişilik hücrelere hapsolan bir toplumun, huzuru ve mutluluğa ulaşması düşünülemez.
Ülkemizde hızlanan süreç, kadın ve erkeğin birbirinden kopuş, ayrılma sürecidir.
Bunda, kadının, yıllarca erkek egemenliğinde hapsolmasının etkisi de, inkar edilemez.
Ancak, çözüm, kadının erkeği, erkeğin de, kadını, düşman görerek, egemenliği altına almaya çalışmasında değildir.


Ayrımlarımızı, farklılıklarımızı öne çıkarırsak, ayrılacak çok şey buluruz.
Kopuşun, bölünmenin, farklılaşmanın, bizi, bir yere götüreceği yoktur.
En fazla, sonuç, yalnız, tek başına sürdürülen bir hayat ve parçalanmış ailelerde büyüyen, ruhları yaralı, anne - baba hasretiyle yanıp kavrulan çocuklar olacaktır.





Kadın - erkek, eşit değildir, bedensel ve ruhsal olarak farklıdır.
Kadın, erkekten üstündür, erkek de, kadından.
Kadın, erkeği tamamlar, erkek de, kadını.










Cafer Günday




20 Kasım 2014 Perşembe

Bizans Sarayları...

Bizans deyince, akla, entrika gelir.
Daha çok da, Bizans Saraylarında.
Bizans oyunu lafı da, buradan çıkmıştır.

Charles Maurice de Talleyrand - Perigord


İstanbul'u fethettiğimizde, Bizans İmparatorluğu'nun da, sonu gelmiş oldu.
Ancak, sadece, imparatorluğun.
Bizans kültürü, yavaş yavaş, alttan alta, kanımıza işlemeye başladı.
Asya bozkırlarında, at üstünde, yalın kılıç, özü sözü doğru atalarımızdan gelen zihni yapı, değişmeye başladı.
Bizans, kendi entrika anlayışını, zihinlerimize  " zerk etti ".



Sonra, seneler seneleri kovaladı ve bizde de, saray entrikaları görülmeye başladı.
Cumhuriyetle birlikte bu entrikalar, siyasi, bürokrasi kadrolarına taşındı.
Bir de, baktık ki, biz de, entrikacı olmuş çıkmışız.



Bu entrikacılığa, bir de, şark düşüncesinden gelen kurnazlıkları eklerseniz, ortaya, " Biz " çıkarız.
Biz, aslında, böyle değildik.
Ama değiştik.
Entrikacı, oyuncu, kurnaz, insanlar olduk, çıktık.
Yalın kılıç, at üstünde bozkırda, gücü gücü yetene savaşların verildiği insan tipinden, bugünlere geldik.




Ne batının pozitivizmini tam alabildik, ne de, tam anlamıyla şark tipi, Bizans tip kurnazlar olduk.
Bir ayağımız doğuda, bir ayağımız batıda, sallanıp duruyoruz.
Bir yerde saray lafı geçince, aklıma hep, entrikalar gelir, özellikle de, Bizans entrikaları.






Biz, değiştik.
Entrikacı insanlar olduk.










Cafer Günday












Entrika : TDK
hile    Ar. §³le
a. (hi:le) 1. Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, ayak oyunu, alavere dalavere, desise, entrika: “Gayet basit bir hile ile, saflığından istifade ederek işi başardı.” -R. H. Karay. 2. Çıkar sağlamak için bir şeye değersiz bir şey katma: Bu sütte hile var.

hile   İng. 1-2. trick, special effects
Sinema 1. Olağan çevirim uygulayımlarıyla gerçekleştirilmesi güç, pahalı, tehlikeli, zaman alıcı ya da olanaksız bulunan işlemlerin, optik, mekanik, kimyasal bazı özelliklerden yararlanılarak yapılanı; bu yolla elde edilen olağandışı, olağanüstü sonuçlar. TV. 2. Sinemadakine benzer sonuçların televizyonda elektronik yöntemlerle elde edileni.

hile   İng. trick, wile, cheating, stratagem, fraud
Bir çıkar nedeniyle hayvanın kusurlarını gizlemek veya daha iyi nitelikte göstermek için yapılan işlemler.
hîle    
aldatma.
 BSTS / Medeni Hukuk Terimleri Sözlüğü 1966

19 Kasım 2014 Çarşamba

Dikkat!.. Ülkemiz Yağmalanıyor, Doğamız Yok Olup Gidiyor...

Sinema eleştirmeni, yazar, Atilla Dorsay, bir yazısının başlığını böyle atmış.
Eğer böyleyse, doğru yoldayız, diye düşündüm.



Hem ülkemiz yağmalanacak, hem doğamız tahrip olacak, hem de, gittiğimiz yön doğru olacak.
Bu nasıl oluyor ?
Halbuki, mutluluk, huzur, temiz bir doğayla, malımızın, mülkümüzün çok olmasıyla olmaz mı ?
İnsanların evi, işi olur, kimse aç, açıkta kalmaz.
Ülkede, kazalar, cinayetler, yıkımlar olmaz, hırsız - uğursuzlar cirit atmaz.





Olsun, yine de, yolumuz doğrudur.
Uluslararası sermayeyle eklemleşmek, elbette, güllük - gülistanlık bir ortamda yaşanmayacak.
Sermaye, dizginlenmedikçe, azgınlığını ve yok ediciliğini ortaya koyacak.
Bu başlık, eğer doğruyu yansıtıyorsa, bu sürecin hızlandığını işaret eder.


Biz, ülke olarak, bu süreci, dün yaşamalıydık.
Dün yaşamadığımız için, bugüne kaldı.
Bugün de, yaşamazsak, yarına kalacak.



Ülkemiz yağmalanacak doğamız tahrip olacak, bunlar, iyi şeyler.
Sonuçları acı verici de, olsa, nihayetinde, yaşamamız gereken bir sürecin hızlandığını gösteriyor.
Bu süreç, böyle devam edecek, sonra, vatandaş, N'oluyoruz, diye, sormaya başlayacak.
İşte, o noktada, sermayenin ehlileştirilmesi de, başlayacak.
Müteşebbis de, iş yapayım, para kazanayım derken, katil olduğunu, fark edecek.

Kronos




Bunlar yaşanmadan, madenler çökmeden, ağaçlar kesilmeden, AVM'ler dikilmeden, ne yazık ki, düzelme başlamayacak.
İyileşme, hastalığın en derin dip noktasında, ağırlaştığında başlar.
Ağacı kesmesi gereken ağacı kesecek, yağmalaması gereken de, yağmalayacak.
E, bi zahmet, bunları durdurması gereken de, Sensin.
Yıllarca, yan gelip yattın, alkış tuttun, bana değmeyen, bin yıl yaşasın dedin.
Ama o bin yıl geldi, çattı işte.









İyiyiz, iyiyiz, her şey, mükemmel, tam olması gerektiği gibi.
Hadi bakalım, dur deme sırası sende...









Cafer Günday











15 Kasım 2014 Cumartesi

Zihin Cinayetleri...

Cinayet, önce, zihinde işlenir.
Sonra, gerçekleştirilir.
Bu, kuvveden, fiile çıkıştır.




Zihnimiz, her ne kadar, deli dolu bir at gibi oradan oraya koşsa da, nihayetinde, kurallara bağlı bir çizgi izler.
Her şeyi düşünür ama her şeyi gerçekliğe taşımayız.
Her düşündüğümüzü yapmış olsaydık, Dünya, muhtemelen, daha berbat bir yer haline gelirdi.


Önce, zihnimizde aldatır, sonra, aldatmayı yaşarız.
Önce, zihnimizde kopar, sonra, hayatımızda koparırız ilişkilerimizi.
Önce zihnimizde boşar, sonra mahkemeye dilekçe veririz.



Önce, zihnimizde, hırsız oluruz, sonra, hırsızlık yapmaya başlarız.
Önce, zihnimizde başarır, sonra hayatta başarılı oluruz.
Önce, zihnimizde arar, sonra Dünya'da aramaya başlarız.
Önce, zihnimizde yazar, sonra, kağıda dökeriz.


Madem önce, zihnimizde beliriyor her şey, zihnimizdeki bu düşünceleri belirleyen nedir ?
Neden, cinayet işliyoruz da, zihnimizde, insan kurtarmayı düşünmüyoruz ?
Zihninde cinayet işleyenle, zihninde insan kurtaran arasında, ne fark var ?
Zihninde tecavüz edenle, tecavüzü engelleyen arasındaki fark, nereden geliyor ?



Neden, bazılarımız hırsız da, bazılarımız, ateşe dokunur gibi korkuyor haram lokmadan ?
Neden, bazı ruhlar çirkin, karanlık, eciş - bücüş de, bazı ruhlar yüce, pırıl pırıl, aydınlık üretiyor ?




Neden, bazılarımız, yok etmeye  programlıyız da, bazılarımız, yapma, üretme peşindeyiz ?
Neden, bazılarımız, ağaç keserken, bazılarımız ağaç dikmeye uğraşıyoruz ?
Neden, bazılarımız, Dünya'yı güzelleştirmeye uğraşırken, bazılarımız, çirkinleştirmeye çalışıyoruz ?



Cinayet, önce, zihinde işlenir...







Cafer Günday


14 Kasım 2014 Cuma

Luddizm...

Makine kırıcılığı.
Makinelerin işlerini ellerinden aldığını düşünen bir grup çalışanın, makineleri tahrip etmesi.
Teknolojik gelişim, insanlığın zararına mıdır, yoksa, faydasına mı ?
İşsizlik olmasın diye, teknolojik gelişime karşı çıkmak, anlamlı mı ?




Bildiğimiz gibi, teknolojik gelişim, sermaye sisteminin, kalbidir, kaslarıdır.
Sistemin itici gücü, aktivasyon enerjisidir.
Teknolojik gelişim olmadan, sermaye sistemi var olamaz.
Dolayısıyla, sistem, üretim teknolojisini geliştirmek mecburiyetindedir.



Teknolojinin gelişimi, hangi sonuçları doğurur ?
Öncelikle, üretimde, insan emeğine olan ihtiyaç azalır.
Her üründeki birim emek miktarı, düşer.
Hatasız üretim artar. Fire, azalır.
Mesela, tek kişinin çalıştığı, tamamen robotlarla yürüyen bir fabrikada, hemen hemen, göz ardı bile edilebilir.
Bu, yığın üretimini ve ucuzlamayı getirir, beraberinde.
Yüzlerle, binlerle ifade edilen üretim miktarları, yüzbinlerle, milyonlarla ifade edilmeye başlanır.




Teknolojik gelişim, üretimdeki hata oranını, en aza indirir.
Makine, doğru programlanırsa, hata yapmaz.
İnsan hızının, onlarca kat üzerine çıkar.
Kaynak, daha kusursuz yapılır.
Vida, daha düzgün sıkılır.
Ameliyat, daha kusursuz olur. Kesi ameliyatın yerini, robotik cerrahiyle, kapalı ameliyat alır.

Makinenin sesi soluğu çıkmaz, doğum izni istemez, mesai saati kavramı yoktur.
Sistem, insana göre, makineyi tercih eder.
Makineleşme artınca, üretimdeki işgücü maliyeti, en aza çekilir.
Makine, sendikalaşmaz, karşı çıkmaz, düğmesine basınca çalışır, çekince, durur.



Müteşebbise sorsanız, " Makine mi, insan mı ? ", diye, Size, duraksamadan, " Makine ", der.
Siz, müteşebbis olsanız, vereceğiniz cevap, değişmez.
Makinenin yapabileceği bir işi, işgücüyle yapmaya çalışmak, anlamlı değildir.
Siz yapmazsanız, başkaları yapar ve rekabet dışı kalırsınız.
Dolayısıyla, makineleşme, keyfe keder değil, sistemin zorlayıcı bir unsurudur.




Aslında, insanların işsiz kalmasının nedeni, makineleşme gibi görünmesine rağmen, bu değildir.
Sistemin, başka aksayan yönleri, işsizliği üretir.
Fakat, insanların karşısına makine çıktığı için, makineleri, düşman gibi görürler.
Çünkü, ellerindeki işi alan, onlara göre, makinedir.
Böylece, farkında olmadan, teknoloji karşıtlığı, makine karşıtlığı oluşur.



Sermaye sisteminin mecburen, elinde olmadan ürettiği teknoloji, insanlığın faydasınadır.
Üretimin robotlaşması, yığın üretimi, ucuzlama, toplumların menfaatinedir.
Böylece, zaman içinde, üretim, insanlık için, bir zul olmaktan çıkacaktır.
İşsizliğin çözümü, teknolojiyi geliştirmemek, üretimde makineleşmeyi engellemek değildir.





Teknolojik gelişim, sermaye sisteminin, en modern, en ilerici, en geliştirici yönüdür.








Cafer Günday



13 Kasım 2014 Perşembe

Sermaye Sisteminin Geliştirici ve Yok Edici Yönleri...

İhtiyaç olmayan organ, yok olur.
İhtiyaç olmayan sistem, ortadan kalkar.
Sermaye sistemi, halen, insanlığın ihtiyacı olan bir ekonomik sistemdir.
Dolayısıyla, yapacağı işler, henüz, tamamlanmamıştır.



Ülkemiz, sermaye sistemiyle, tam entegre olmamıştır.
Uluslararası sermaye de, ülkemizle, tam anlamıyla entegre değildir.
İçinde bulunduğumuz süreç, hem, sermaye sisteminin kurumlaşması, hem de, uluslararası sermayeyle entegrasyon sürecidir.
Yaşadıklarımız, bu yeni yapılanmanın sonuçlarıdır.




Sermaye sistemi, insanlığı, bir noktadan almış, taşımaktadır.
Uzun bir süre de, taşımaya devam edecektir.
Sistem, bir topluma yerleşirken, kurumlaşırken, yaptıklarının yanında, yıktıkları da, olmaktadır.
Sistemin, tabiatın devamlılığı, insanın mutluluğu gibi kaygıları yoktur.
Sistem, kendi naturasını gerçekleştirir.
Bu gerçekleşme sırasında, yıkacağını yıkar, yapacağını da, yapar.




Sermaye sisteminin yıktıklarını, sistemin kendisinin tamir etmesini beklemek, anlamlı değildir.
Sistem, bütün insanları, kendine çalıştırana kadar, ilerlemeye devam eder.
Sistem, kendi haline bırakıldığında, bütün insanları, sermaye sahiplerini, çalışanları, toplumun bütün kesimlerini, kendinin kölesi haline getirir.
Herkes, sermaye sistemine çalışmaya başlar.
Tabiat da, hayvanlar da, sermaye sisteminin parçası olur ve onun kurallarına göre biçim alır.


Sermaye sistemi, bütün kurumlarıyla, toplumu esir aldığında, amacı, insan ve tabiat olmadığı için, bu konularda, yıkım getirir.
Sermaye, büyür, merkezileşir ama bunu, insanların mutsuzluğu, hayatı, canı pahasına, tabiatı, hayvanları yok etme pahasına gerçekleştirir.



Sermaye sistemi, kontrol altına alınmadıkça, hırçınlaşır ve agresifleşir.
Yok edici özelliği, öne çıkar.
Aslında, sistemin amacı, yok etme değildir.
Fakat, ne pahasına olursa olsun birikme ve merkezileşme çabası, yok etmeyi de, beraberinde getirir.



Sistem, sistem dışı duran ve sermayeleşebilecek bütün değerleri, sistemin içine çeker.
Araziler, su kaynakları, üretim dışı işgücü, ağaçlar, tabiat, göller, ırmaklar, denizler, hayvanlar, hızla, sermayeleştirilir.
Ve bu değerler, sermayenin çoğalması, birikim için, kullanılmaya başlanır.
İşgücünü eğitir, üretime çeker.
Bu, kaçınılmaz bir süreçtir.
Bu, acılı bir süreçtir.
Ülkemiz, bu süreçle, yeni yeni, tanışmaktadır.



Modern sermaye toplumları, bu süreçleri geride bırakmış ve kendi içinde, sistemi, belli ölçülerde ehlileştirebilmiştir.
Kurallarla, hukukla, sistem, zincirlenmiştir.
Ancak, yine de, sistemin, zarar verici yönleri, tamamen yok edilemez.
Fakat, insanlık, hala, bu sistemi aşma seviyesine gelmediği için, birlikte yaşamaya da, devam edecektir.


Bugün, teknolojinin geldiği nokta, sermaye sisteminin eseridir.
Üretimin merkezileşmesi, yığın üretimi, yine, sistemin başarısıdır.
Mal ve hizmet üretiminin ucuzlaması, yığınların kullanımına sunulması da, sistemin başarıları arasındadır.
Toplumların üretim sürecinde eğitilmeleri, rekabetin getirdiği, işletme içi verimlilik kavramları, sistemin olmazsa olmazlarındandır.


Sermaye sistemi, insanlığa, üretim, çoğaltma ve merkezileşme temelinde yön çizer.
Bu çerçevede, diğer unsurlar, geri planda kalır.
Bu çerçevenin gerisinde bulunan toplumları, bu çizgiye kadar ilerletir, geliştirir.
Dolayısıyla, sistemle bütünleşmemiş toplumların kalıplarını kırar, üretime çeker, diğer anlayışları silikleştirir, yok eder.
İnsanlar arasındaki yapay ayrımları ortadan kaldırır ve üretimdeki konumlarına göre, yeniden biçimlendirir.



Bizim, toplum olarak, sermaye sisteminden geri olan çok yönümüz var.
Bu yönlerimiz törpülenene, yok olana kadar, acı çekeceğiz.
Sistem, kendisini, bize, öğretecektir, öğretmeye de, başlamıştır.
Mesele, ağaçlar söküldü, AVM'ler dikildi, sularımız parselleniyor, insanımız, madenlerde, iş facialarında, hayatını kaybediyor meselesi değildir.
Mesele, daha derindir, bizim, sermaye sistemiyle eklemleşme meselemizdir.


Modern sermaye toplumlarının geldiği seviyeye geldiğimizde, sermaye sistemiyle eklemleştiğimizde, meselelerimiz de, farklılaşacaktır.
Şu anda, onların yaşadıkları meseleleri, o zaman, biz de, yaşamaya başlayacağız.
Sermaye, toplumları eğittiğinde, kendi olgunluk düzeyine getirdiğinde, bu kez de, toplumlar, sermayenin yıkıcı yönlerine karşı çıkmaya başlayacaktır.
Modern sermaye toplumlarının meselesi, budur.
Sistem, kendi geliştirdiği, modernleştirdiği toplumlar tarafından dizginlenecek ve değişmeye zorlanacaktır.






İhtiyaç olan sistem, varlığını sürdürür.
Bütün, aksak, eksik, yıkıcı yönlerine rağmen, insanlığın sermaye sistemine olan ihtiyacı devam etmektedir.
Bu ihtiyaç ortadan kalktığında, sistem de, kendi içinde, dönüşümünü tamamlamış olacaktır.
Bu gelişimi yapacak olan da, yine, sistemin kendisidir.








Cafer Günday