Yanılıyorsun,
haksızlık yapıyorsun, felaket tellalığını sevip sevmeme konusu değil.
Habire, " dikkat " deyip duruyordun,
ne oldu ?
Geldi, geçti, muhtemelen, sakinlik hüküm sürmeye başladı.
Yani, felaketler, seni, mutlu etmiyor mu ?
Niye etsin, huzurlu
ve mutlu, yaşamak varken.
Bizler, riski vurguladığımızda, felaketi istediğimiz gibi bir yanılgıya
kapılma söz konusu olabiliyor.
Sadece, daha
önceleri karşılaştığım durumlar olduğundan, benzer yaklaşımları vurgulamak
için, dile getiriyorum.
Riski vurgulamak, öne çıkarmak, bazen, yanlış anlaşılabiliyor.
Sakinliği de,
görmeye çalıştığımızı paylaşmak istedim.
Riskleri görmezden gelmek, sorunlarımızı çözmüyor, ne yazık ki.
Dikkat et, düşersin,
diye uyardığınız çocuğunuz, kendisini kısıtladığınızı düşünerek, Size
sinirlenebilir.
Annem, babam da, ne
kadar korkak, diyebilir.
O uyarıyı, düşüp bir
yerini acıttığı, kanattığı zaman anlar.
Deprem riskinin ne anlama geldiğini, enkaz altında kalan, yakınlarını
enkaz altında bırakan insanlarımız en iyi anlayabilir.
Suyun gazabını, tsunami yaşayan, Japon insanı en iyi anlayabilir.
Ölümlü bir trafik
kazasının, ne demek olduğunu, o kazanın içinde olan, kişiler anlayabilir.
Bir organını
kaybetmenin ne demek olduğunu, o organınızı kaybedince en iyi anlarsınız.
En pahalı öğrenme
şekli, yaşayarak öğrenmektir.
Yaşayarak öğrenmenin
bedeli, genellikle, ağırdır.
Yapmaya çalıştığımız
şey, yaşamadan öğrenmeye çalışmaktır.
Enkaz altında kaldıktan sonra, zaten, olan olmuş, biten bitmiştir.
Vurgulamamız, farkındalık
bilincinin gelişebilmesi amacıyladır.
Yoksa, felaket
tellallığı yapacak durumda değiliz.
Hepimiz, bir çok olay yaşıyoruz.
Ancak, hepimiz,
gereken dersleri alamayabiliyoruz.
Tekrar tekrar, aynı
hataları yapabiliyoruz.
Bunu, toplumsal olarak da, yapıyoruz.
Başımıza
gelenlerden, gereken dersleri almıyoruz, almamakta ısrar ediyoruz.
Eğer, gereken
dersleri çıkarıp, hayatınızı yeni duruma göre biçimlendirmezseniz, aynı
şeyleri, bir kez daha, bir kez daha yaşamak durumunda kalırsınız.
Bizim toplumsal
genetiğimiz, " saldım çayıra, mevlam kayıra " zihniyetini çok sever.
Olacak olanı,
beklemeyi, çok severiz.
Göz göre göre gelir,
ondan sonra da, ağlayıp, sızlar, ağıtlar yakarız.
Müdahale etmek, değiştirmek, dönüştürmek, pek bize uymaz.
Belki de, hayatı
algılayışımızı, yeniden tanımlamak durumundayız.
Yıllarca ve
yıllarca, kendi kendimize, berbat bir konut, bina stoğunu ürettik.
Kendi elimizle
yaptık bunu.
Altında kalacağımız
evlerimizi, kendimiz inşa ettik.
Altında kalınca da,
oturduk, ağladık.
Ne değişti ?
" Eski tas,
eski hamam " gibi görünüyor.
Toplumsal genetik,
kolay değişmiyor.
Uyardığınız zaman, " felaket tellalı " oluyorsunuz.
Adamcağızın, "
uykusunu kaçıran " kişi oluyorsunuz.
Cafer Günday
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder