23 Haziran 2014 Pazartesi

Felaket tellallığını, çok severdin, ne oldu, malzeme kalmadı galiba ?

Yanılıyorsun, haksızlık yapıyorsun, felaket tellalığını sevip sevmeme konusu değil.
 Habire, " dikkat " deyip duruyordun, ne oldu ?
 Geldi, geçti, muhtemelen, sakinlik hüküm sürmeye başladı.
 Yani, felaketler, seni, mutlu etmiyor mu ?
Niye etsin, huzurlu ve mutlu, yaşamak varken.
 Bizler, riski vurguladığımızda, felaketi istediğimiz gibi bir yanılgıya kapılma söz konusu olabiliyor.



Sadece, daha önceleri karşılaştığım durumlar olduğundan, benzer yaklaşımları vurgulamak için, dile getiriyorum.
 Riski vurgulamak, öne çıkarmak, bazen, yanlış anlaşılabiliyor.
Sakinliği de, görmeye çalıştığımızı paylaşmak istedim.
 Riskleri görmezden gelmek, sorunlarımızı çözmüyor, ne yazık ki.
Dikkat et, düşersin, diye uyardığınız çocuğunuz, kendisini kısıtladığınızı düşünerek, Size sinirlenebilir.
Annem, babam da, ne kadar korkak, diyebilir.
O uyarıyı, düşüp bir yerini acıttığı, kanattığı zaman anlar.
 Deprem riskinin ne anlama geldiğini, enkaz altında kalan, yakınlarını enkaz altında bırakan insanlarımız en iyi anlayabilir.




 Suyun gazabını, tsunami yaşayan, Japon insanı en iyi anlayabilir.
Ölümlü bir trafik kazasının, ne demek olduğunu, o kazanın içinde olan, kişiler anlayabilir.
Bir organını kaybetmenin ne demek olduğunu, o organınızı kaybedince en iyi anlarsınız.
En pahalı öğrenme şekli, yaşayarak öğrenmektir.
Yaşayarak öğrenmenin bedeli, genellikle, ağırdır.
Yapmaya çalıştığımız şey, yaşamadan öğrenmeye çalışmaktır.
 Enkaz altında kaldıktan sonra, zaten, olan olmuş, biten bitmiştir.
Vurgulamamız, farkındalık bilincinin gelişebilmesi amacıyladır.
Yoksa, felaket tellallığı yapacak durumda değiliz.
 Hepimiz, bir çok olay yaşıyoruz.


Ancak, hepimiz, gereken dersleri alamayabiliyoruz.
Tekrar tekrar, aynı hataları yapabiliyoruz.
 Bunu, toplumsal olarak da, yapıyoruz.
Başımıza gelenlerden, gereken dersleri almıyoruz, almamakta ısrar ediyoruz.
Eğer, gereken dersleri çıkarıp, hayatınızı yeni duruma göre biçimlendirmezseniz, aynı şeyleri, bir kez daha, bir kez daha yaşamak durumunda kalırsınız.
Bizim toplumsal genetiğimiz, " saldım çayıra, mevlam kayıra " zihniyetini çok sever.
Olacak olanı, beklemeyi, çok severiz.
Göz göre göre gelir, ondan sonra da, ağlayıp, sızlar, ağıtlar yakarız.
 Müdahale etmek, değiştirmek, dönüştürmek, pek bize uymaz.
Belki de, hayatı algılayışımızı, yeniden tanımlamak durumundayız.
Yıllarca ve yıllarca, kendi kendimize, berbat bir konut, bina stoğunu ürettik.
Kendi elimizle yaptık bunu.
Altında kalacağımız evlerimizi, kendimiz inşa ettik.
Altında kalınca da, oturduk, ağladık.
Ne değişti ?

" Eski tas, eski hamam " gibi görünüyor.
Toplumsal genetik, kolay değişmiyor.
 Uyardığınız zaman, " felaket tellalı " oluyorsunuz.
Adamcağızın, " uykusunu kaçıran " kişi oluyorsunuz.



Cafer Günday

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder