26 Eylül 2015 Cumartesi

Küçük Prens - Le Petit Prince

Fransız yazar ve pilot Antoine de Saint-Exupéry tarafından yazılan ve 1943'te yayımlanan hikâye.
Hikâye, ilk defa, 6 Nisan 1943’te hem Fransızca, hem İngilizce olarak yayımlandı.
210 dil ve lehçeye çevrildi.
Okundu, okundu, okundu.

Küçük prensi, bu kadar okutan neydi ?
Onlarca, kitap yayınlandığı halde, bir pilotun yazdığı bu masalsı kitap, neden, bu kadar aranılan, beğenilen bir eser haline gelmişti ?

Bu kitap, masumiyete, çocuksu düşlere, insanın özgürlüğüne yazılan bir methiyedir.
Bastırılan insanlar ve insanlık, bu masumiyete sahip çıkmıştır.
Kendi hayatlarında yaşayamasalar da, bunun özlemini içlerinde hissetmektedirler.
Bu özlemi dile getiren, kim ve ne olursa olsun, her zaman, beğenilecek, aranacaktır.


Antoine de Saint-Exupéry de, bu noktaya, bu düşüncelere durup dururken gelmedi, elbette.
Hayat hikayesine yakından bakıldığında, Antoine de Saint-Exupéry'nin, adım adım, bu fikirlere evrildiği görülür.
Elbette, aynı olayları yaşayan herkes, bu evrimi yaşayamaz.
Bu da, insanın özgünlüğüdür ve bu özgünlük de, Antoine de Saint-Exupéry'ye kısmet olmuştur.


Eser, kapitalizmin, bağnazlığın, baskının, tekdüzeliğin, hayatın karşısında olan her şeyin derin bir eleştirisidir.
Bu derin eleştiriyi algılayan insanlık, eserin hakkını teslim etmiştir.
Antoine de Saint-Exupéry'nin çölde yaşadıkları, zihninin bu seviyeye ulaşmasına, yardımcı olmuştur.


Evet, bu eser, hayata bir eleştiri ama hayatta, aynı şeyler yaşanmaya devam ediyor.
Antoine de Saint-Exupéry, bu kitabı yayınladı diye, kötülükler, zulümler, tekdüzelikler, ortadan kalkmış değil.
Bir kitabın, bir insanın da, bunları başarmasını beklemek, anlamlı değil zaten.


Bu kitap, sadece, bir özlemi dile getirmiştir, zihinlerin bu konudaki farkındalıklarını artırmıştır, o kadar.
Hayatın değişimi, Dünya'nın değişimi, başka dinamiklerle yürümektedir.
Sermaye sistemi, bütün ağırlığıyla, insanların, toplumların hayatını yönlendirmeye devam etmektedir.
Sermaye sistemi eleştiriliyor diye, sistemin değişmesi ya da ortadan kalkması düşünülemez.


Sermaye sistemi, üzerine aldığı görevi tamamlamadan da, daha ileri seviyelerine dönüşmeyecektir.
Sermaye, toplumları, eserde anlatıldığı gibi, hayatı, insanları, tekdüze hale getirmekte, monotonlaştırmaktadır.
Ancak, bu, aynı zamanda, bir eğitim, bir dönüştürme anlamına da, gelmektedir.
Bu dönüştürmeyi, sermaye sisteminin dışında da, yapacak bir sistem söz konusu değildir.


İnsanlık, sermaye sisteminin baskısı altında ezilirken, aynı zamanda da, yoğrulup, geleceğin insanını oluşturacak nüveleri geliştirmektedir.
Bunlar yaşanmadan, Antoine de Saint-Exupéry'nin özlemini duyduğu insan tipi ortaya çıkmayacaktır.
Antoine de Saint-Exupéry gibi, tek tek insanların o seviyeye ulaşması da, insanlığı, o seviyeye çıkarmayacaktır.


Üretimi ve insanlığı geliştirme görevi, bütün yıkıcı, baskıcı yönlerine rağmen, hala, sermaye sisteminin önünde durmaktadır.
İnsanlık, geliştikçe, bu biçim,  dar gelmeye başladıkça, " ki, bu süreç, özellikle, modern sermaye toplumlarında başlamıştır " yeni biçimler, kendini zorlayacaktır.


Küçük Prens - Le Petit Prince, bir ütopyadır, iyi yürekli, aydınlanmış bir pilotun, hayata, güzel bir bakışıdır.
Özlenen bu hayata varış da, yaşadıklarımız yaşanmadan, mümkün görünmemektedir.
Sevmesek de, insanlığa zarar da, verse, hayatlarımızı çekilmez hale de, getirse, bu varışı da, sermaye sistemine borçlu olacağız.









Cafer Günday
































26 Ağustos 2015 Çarşamba

" İrlandalı Turist "

Birden, yüreğimize bir su serpildi.
" Oh olsun " dedik.
Hepimiz, birden, " İrlandalı Turistin " safına geçtik.
" Vur " dedik, " Biraz daha vur ", " Yere ser hepsini ".


İçimizde, yılların birikmişliğini, henüz, adını bile bilmediğimiz, o yiğit insan, dile getirdi.
Hangimiz, bir esnaf tarafından aldatılmadık, sözlü tacize uğramadık ki.
Pazarların, semtlerin kabadayıları olmadılar ki.
Hangimizin, taksici, dolmuşçu esnafıyla bir çekişmesi, aldatılmamışlığı olmadı ki.


Görüntüleri izleyince, " İşte, bu " dedik.
Kahramanımız geldi.
Kurtarıcımız.
Vurdu vurdu, sere serdi.


Toplumsal linci, ekranların başında yaşadık.
Sanki, o yumrukları biz vuruyorduk.
Kıstırılmış bir toplumun, öfkesiyle, " Vur " dedik, " Bir daha vur "
Bir de, üstlerine çık, zıpla, tekmele onları.



Esnaf teşkilatının ortaya çıkıp, olayı kınamasını beklerdik.
Adalet sisteminin, o mahalle kabadayılarını, cezaevine koymasını isterdik.
Ama bu kadar işte.
" İrlandalı Turist " papucun başka yerlerde, bu memleketteki kadar ucuz olmadığını gösterdi.
Orada kalacak, toplum hayatı, kaldığı yerden devam edecek.
Haksızlıklar, hoyratlıklar, bitmeyecek.


Yine aldatılacağız, yine, " Almazsan alma " denecek.
" İşine gelirse " denecek.
Sesini biraz yükseltsen, sinek gibi başına üşüşecekler.
Biz de, susacağız.



Ama olsun.
O, bizim kahramanımız.
Aslan abimiz.
" İrlandalı Turist " seni, kalbimize yerleştirdik.
Sen, bizim, medar - ı iftiharımızsın.










Cafer Günday














7 Ağustos 2015 Cuma

Ülkemizden, Neden, Bilim İnsanı, Çıkmıyor ?

Bugün, masada deney yapmaya çalışan bir çocuğun önünden, annesinin pet şişeyi aldığını gösteren ve sosyal medyada yayılan bir video izledik.
Bu video, bizde, neden, Bilim İnsanının yetişmediğini gözler önüne seriyordu.
Acaba, öyle mi, bu, bu kadar basit mi ?


Bilime ve sanata kaynaklık eden ülkelerde, toplumlarda, bu işler, daha acımasız.
Rekabet, kıskançlık, yoksulluk, engelleme, bir pet şişesinin alınması gibi, basit de, değil.
Bu engellere rağmen, Bilim, sanat ilerledi, gelişti.
Hatta, Bilimi, sanatı üreten insanların çoğu, yokluk ve çile içinde hayatlarını tamamladılar.
Mezarı bilinemeyenler, kimsesizler mezarlıklarına gömülen Bilim insanı ve sanatçılar da, az değil.


Bizim, bu videoya kurtarıcı olarak sarılmamızın nedeni, daha derinlerde gizli.
Biz, aslında, yetenekliyiz ama şartlar iyi değil.
Bizi bıraksalar, Bilimi de, sanatı da, yerinden oynatırız ama ah, bir bıraksalar.
Bizi, anne - babamız da, engelliyor, toplum da, devlet de, diğer ülkeler de, sermaye de, gayr-ı müslümler de.
Herkes, bize karşı, bizden korkuyorlar o nedenle de, ayağımıza, sürekli çelme takıyorlar.


İşin aslı, böyle değil.
Eğer, o çocuk, önünden pet şişe alındığı için, Bilim İnsanı olmayacaksa, olamayacaksa, bunun, pet şişeyle bir ilgisi olmaz.
Gider, kömürlükte, aynı deneyi yapar.
Sokakta yapar, açık arazide yapar, belli bir yaşa gelince evi terk eder, gerekirse, ülkesini terk eder, deneyini yine yapar.
Eğer, önündeki pet şişe alındığı için, küsüp, deneylerinden vazgeçiyorsa, o, zaten Bilim insanı olamaz.
Onu engelleyen de, annesi değildir, olamaz.


Bunlar, hep, bizim, kendimize söylediğimiz, derinlerde yatan komplekslerimizi okşadığımız savunma mekanizmalarımız.
Kimse, kimseyi engelleyemez.
Kişi ya da toplum, varmak istediği yere varır.
Bulmak istediğini bulur, elde etmek istediğini elde eder.
Sizin, Bilim ve sanatta, esameniz okunmuyorsa, bunun, dışsal şartlarla bir ilgisi yoktur.
Siz, öyle değilsiniz, demektir.
Aksi takdirde, kişisel çabalarıyla, Dünya'ya şapka çıkartan Bilim insanlarınıza sahip çıkmayı becerirdiniz.


Olana sahip çıkmıyorsunuz ki, önündeki pet şişesi alınan çocuğu Bilim İnsanı olarak yetiştirebilesiniz.
Oktay Sinanoğlu, Dünya'nın en genç profesör olan Bilim İnsanımızdır.
Politik görüşlerini beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, ama Bilim insanı kimliğini tartışamazsınız bile.
Sinanoğlu, muhtemelen, küs gitti memleketine.
İhsan Ketin, Kuzey Anadolu Fay Zonunu kavramlaştıran, bulan Bilim İnsanımızdır.
Eşinin söylediğine göre, küs gitmiştir memleketine.
Daha, bu iki kıymetli isim gibi niceleri var.



Kendi zihni yapımızın, Bilimi ve Sanatı engellediğinin farkına varamadığımız sürece, daha çok, bu video gibi " züğürt tesellisi " ararız.
Kendi içsel dinamiklerimiz, reform yapmaktan, yenilenmekten, devirmekten, yeniyi kurmaktan uzak olduğu için, kör kuyularda debelenip duruyoruz.
Bizi de, engel sandığımız dışarıdan gelenler değiştiriyor, kendi iç dinamiklerimiz değil.
Biz, kullanıcıyız, tüketiciyiz. üretilen Bilimi de, kullanıyoruz, sanatı da.




Kendimizi kandırmayalım, o çocuğumuzun Bilim İnsanı olmasını engelleyen, önündeki pet şişenin alınması değil. Onun zihnindeki prangaların kendisi, engel olan.
Artık genetik şifrelere işlemeye başlamış olan, o içsel engeller.
" Pet şişe " de, kurtuluş sembolümüz oluveriyor.









Cafer Günday















14 Temmuz 2015 Salı

Yeşil Yol...

Ülkemizde, uluslararası sermayeyle entegrasyon süreci, yeni bir aşamaya geldi.
Özelleştirme adıyla yapılan satışlar tamamlandı, özelleştirme idaresi kapatılıyor.
Uluslararası rekabete açılma nedeniyle, rekabet şansı olmayan esnaf ve işletmeler kapanıyor veya el değiştiriyor.
Şimdi, kamunun elinde olan araziler, ormanlar, su kaynakları ve diğer madenlere sıra geliyor.


Bunlar, olması gereken gelişmelerdir.
Sermaye, girdiği yerdeki, eski üretim kalıntılarını ortadan kaldırır ve kendi kanunlarını işleme koyar.
Tabii, bunlar olurken, sermaye hoyrat ve vahşi yüzünü gösterebilir.
Mümkün olduğu kadar ucuza kapatmaya çalışır, bitki örtüsüne ve hayvan canlılığına zarar verebilir.
İnsanlar, yerinden, yurdundan olabilir, geçim kaynakları ortadan kalkabilir.


Kendi işletmelerine sahip olan insanlar, çalışan konumuna gerileyebilir.
Geçim zorlaştığı için, çalışmadan yaşayabilen yığınlar, üretim sürecine çekilebilir ve düşük ücretlere çalışmak zorunda kalabilirler.
Madenler ve turizm için, tabiat tahrip edilebilir, insanların hayatı riske edilebilir.
Bu değişim, insanları, huzursuz edebilir.


Sermaye, çok uzun vadeli düşünmez, yatırıma bakar, karlılığa bakar, riske bakar ve harekete geçer.
Harekete geçerken de, doğayı tahrip etmesiyle, hayvanların ve insanların yaşam alanlarının ortadan kalkmasıyla ilgilenmez.
Bununla ilgilenecek olan, bu durumdan etkilenecek insanlardır.


Sermaye, dur diyeceğiniz yere kadar, ilerlemeye devam eder.
Buna, sermaye sahibinin de, yapacağı bir şey yoktur.
Ahlaklı bir sermaye sahibi, buna hayır diyebilir, bu kez de, onun yapamadığını, daha ilkesiz bir sermaye sahibi yapar.


Dolayısıyla, sermaye, ehlileştirilmesi gereken bir güçtür.
Dünya'da, sermaye sistemi aşılamadığına göre, bundan başka bir çözüm yolu yoktur.
Sermaye, aynı zamanda, işletme ve iş demektir.
Eğer, sermayeyi, tamamen engellerseniz, sermaye, daha mümbit alanlara kaçar ve Siz de, işsiz ve aşsız kalırsınız.


Herkesin, kendi ihtiyacını üreteceği bir kapalı üretim sistemi de, düşünülemeyeceğine göre, pazar için üretim kaçınılmazdır.
Madenler çıkarılacak, yollar yapılacaktır, ancak, bunları yaparken, doğaya zarar vermeden yapmanın şartları zorlanmalıdır.
Eğer, Siz, sesinizi çıkarmazsanız, sermaye, en maliyetsiz yolu tercih edecek, kimsenin gözünün yaşına bakmayacaktır.


Yeşil yol, Karadeniz Bölgesi'ni, daha fazla kazanç kapısı haline getirmek için, yapılmak istenen bir proje gibi görünmektedir. Bunda, ters bir şey yoktur.
Daha fazla turizm, daha fazla turist, daha fazla işletme, daha fazla maden, kazancın artması anlamına gelir.
Fakat, bunları yaparken, doğal dokuyu göz ardı etmeyecek bir yapılanma olmalıdır.
Bunu, sermaye sahibi düşünebilir de, düşünmeyebilir de.
Onu zorlayacak olan da, toplumu oluşturan insanlar, çalışanlar, köylüler, bürokratlar, siyasiler olacaktır.



Sermaye, kendi kendine ehlileşmez.
Sermayeyi, sermaye sahipleri, halk, bürokratlar, siyasiler, hep birlikte disiplin altına alabilir.
Sermaye, kendi güdülerine bırakıldığında, vahşileşir, yakar, yıkar, yok eder.








Cafer Günday











19 Haziran 2015 Cuma

Süleyman Hep Başbakan... Başbakan Hep Süleyman...

Süleyman Demirel, bir proje miydi ?
Öyleydi veya değildi, bundan daha önemlisi, ülkemizdeki ve diğer ülkelerdeki uzun lider saltanatının sürmesi gerçeğidir.
Bu, bir yandan, liderin başarısını gösterdiği gibi, diğer yandan da, toplumun değişmezliğini veya liderin toplumun nabzını doğru tuttuğunu da, gösterebilir.


Ne olursa olsun, Dünya değişmekte, toplumlar, bu değişime erken veya geç de, olsa uyum göstermektedir.
Bir dönem, el üstünde tutulan liderler, sonraki dönemlerde, eleştirilere uğramakta, sokaklara, caddelere verilen isimleri kaldırılmaktadır.


Biz, toplum olarak, meseleleri kendimiz çözmek yerine, birine, bir güce, havale etme eğilimindeyiz.
Bizim bam telimize dokunan lidere de, bağlanır ve onu, ömrü boyunca bırakmayız.
Bu, " dış mihrakların " yönlendirmesinden çok, bizim genetik yapımızla ilgili bir durum.
" Dış mihraklar " toplumun sevdiği inandığı insanları, liderleri, " devşirmeye ", onlarla anlaşmaya çalışır.
Yoksa, bir lideri, topluma zorla sevdirmek gibi bir çabaları olmaz, hiç bir zaman.




Demek ki, Süleyman Demirel, sevilen, tutulan bir kişilik.
40 sene boyunca, bunca badireler atlatan, tekrar tekrar seçilen, alkışlanan bir liderden söz ediyoruz.
Peki, ne alkışlandı, seneler boyunca ?
Süleyman Demirel, bu ülkenin ana, kalın çizgisidir.


Süleyman Demirel, toplumumuzun kendisidir, toplum onda, kendisini görmektedir.
Alkışladığı da, kendisidir, iktidara getirdiği de.



Bugünkü gelinen noktayı beğeniyorsak, alkışlamaya devam edelim.
Yok, beğenmiyorsak, bilelim ki, altında, Süleyman Demirel'in imzası vardır.
Yani, başka bir deyişle, Süleyman Demirel adı altında, toplum, kendi kendini getirmiştir, bu noktaya.
İmza da, toplumun imzasıdır, meseleyi, " dış mihraklara " yüklemek, sorumluluktan kaçmaktır.











Cafer Günday

11 Haziran 2015 Perşembe

7 Haziran 2015 - Pazar Günü, Neyi seçtik ?

Türkiye siyasetinde, bir seçim daha geride kaldı.
Seçmen, tercihini kullandı, seçime gelmeyen de, gelmedi.
Toplam seçmen sayısı, 54 milyon 813 bin 372 kişiydi.
7 milyon 324 bin 878 kişi, sandığa gitmedi.
1 milyon 330 bin 874 kişinin oyu geçersiz sayıldı.
Katılım oranı, % 86.6 olarak gerçekleşti.


AKP, % 40.9 - 18 milyon 864 bin oy aldı.
CHP, % 25.0 - 11 milyon 518 bin oy aldı.
MHP, % 16.3 -  7 milyon 519 bin oy aldı.
HDP,  % 13.1 -  6 milyon 056 bin oy aldı.
SP,     %   2.1  -                 949 bin oy aldı.
Tablo bu.


Bu tabloyla, iktidar partisi, mutlak üstünlüğünü kaybetti ve ülke koalisyon gerçeğiyle karşı karşıya kaldı.
Toplumsal irade, beğenseniz de, beğenmeseniz de, bu tabloyla tecelli etti.
Şimdi ne olacak ?


Fabrikalar, üretime devam edecek.
Dişliler dönecek.
Mağazalar açılacak.
Mideler acıkacak.
Doğumlar ve ölümler, devam edecek.


Çamaşır makineleri dönecek, yemekler hazırlanacak. alışveriş sürecek.
Okullar açılacak, çöpler toplanacak, kurumlar, işine devam edecek.
Eğitim sürecek, iş hayatı, yatırımlarını sürdürecek.


Yani, günlük hayatta, olması gerekenler olmaya devam edecek.
Toplum, yolunda yürümeye devam ederken, " Ne diyorsun bu gidişe ? " diye sorulduğunda, bunu diyorum demiş oldu.
Şimdi, siyasetçi, bu muammayı çözsün, çözebilirse...


Bu seçimle, ana menfaat blokları, ana zihin kümelenmeleri ortaya çıkmış oldu.
Bu seçim, aynı zamanda, toplumun, zihinsel bir fotoğrafıdır.
Herkes, kendi tabanını bulmuştur.
Mesele, bu tabloyla çözüm üretebilmektir.


Aynı evde, birbirinden farklı düşünen 5 kardeş var.
Bu 5 kardeş, aynı evi, nasıl paylaşacak ?
Paylaşma kültürü var mı ?
Herkes, " ben, haklıyım, benim isteğim önde gelsin " diyor.
Diğer dördünün varlığını kabul etmiyor, edemiyor.


Eğer edebilirse, bunu da, göreceğiz.
Beraber yaşama kültürü, ülkemizde gelişirse, bu seçim amacına ulaşmış olacak.
Ancak, görünen köy de, kılavuz istemiyor.
Siyasi kadrolar, bu olgunlukta değil, maalesef.


Kanaatim, bunların çok da, önemli olmadığıdır.
Toplum, ekonomi, gitmesi gereken yolda, devam edecektir.
Dünya sermayesi, ne bizim ülkemizde, ne de, başka bir ülkede, yolun çok fazla dışına çıkılmasına müsaade etmez.
Çıkıldığında, müdahale eder ve o ülkeyi, toplumu, tekrar yola sokar.


Ülkemizde de, bu yaşanmıştır.
Bazı değişkenlerle oynanarak, bu tablo üretilmiştir.
Bu tablo, küresel sermayenin istediği bir tablodur.
Büyük oyunda, taşlar nereye yerleştirilmek isteniyorsa, bir kaç küçük oynamayla, bu sağlanmıştır.


Bu, gidiş, iyidir, kötüdür yorumu, subjektif ve duygusaldır.
Mesele, gidilen yolu, görebilmek ve ona göre konum alabilmektir.
Yoksa, kızgınlıkla, öfkeyle davranmak, bir şey değiştirmez.
Yola girmekle elde ettiğiniz kazanımları, yoldan çıkmakla, bir çırpıda kaybedersiniz.


Sermayenin uluslararasılaşması, entegrasyonu, bütün hızıyla devam etmektedir.
Biz, toplum olarak, bu entegrasyonda nerede olacağız, bunu düşünmeliyiz.
Uluslararası sistemin çöp toplayanı mı, amelesi mi, olacağız, yoksa ortağı, kalifiye işgücü, güçlü bir ortağı mı, olacağız ?
Şu veya bu siyaseti hareketin üstünlüğüyle yoğunlaşmak, bu ana tablonun dışında kalmak demektir.


Toplumun bir kesiminin iktidarda olması, gücü ele geçirmesi, egemen olması, bizi, Dünya'da, sözü geçer bir toplum haline getirmeye yeterli değildir.
" Benim, oğlum, kızım işe girsin, para kazansın da, ülke yanarsa yansın " diyemeyiz.
Bizler, toplum olarak, henüz, bu meseleleri tartışacak, gündeme getirecek seviyede değiliz.
Önümüze konulan, çelik çomakla oynamakla meşgulüz.


Uluslararası rekabet, verimlilikte üstünlük, işletmelerin basel kriterlerine uygunluğu, mallarımızda, CE ibaresinin yaygınlığı, işgücümüzde kalifiye artışı, uzmanlarımızın çoğalması, eğitimde, uluslararası rekabeti yakalayabilme, teknolojide, Dünya'yı yakalayabilme konularına eğilmemiz lazım.
Bütün Dünya pazarlarında, " Made in Türkiye " ibaresinin saygınlığını kazanabilmemiz lazım.
Bunlar, A ya da B partisinin iktidarından daha önemlidir, ülkemiz için.


Biz, kör kuyularda, kör dövüşleri yaparken, " Atı alan, Üsküdar'a vardı bile ".
Biz, bu yarışı, çoktan kaybettik de, üzücü olan, hala, bunun farkına bile varamayışımızdır.
Bir gün, uyanıp, " Neredeyim ben ? " dediğimizde, iş işten çoktan geçmiş olacak.
Hani, geçenlerde biri dedi ya : " Gelişmemiş Müslüman toplumlarının idaresini onlara bırakamayız " diye.
Biz de, öfkelenmiş, kızmıştık.
Peki, biz diyebiliyor muyuz, Amerika'nın, İngiltere'nin, Fransa'nın, Rusya'nın, Çin'in, Japonya'nın İtalya'nın, İspanya'nın yönetimi onlara bırakılamaz diye ?



7 Haziran 2015 - Pazar günü, sahi biz, neyi seçtik ?













Cafer Günday

4 Haziran 2015 Perşembe

7 Haziran 2015 - Pazar Günü, Neyi Seçeceğiz ?

Bugüne kadar neyi seçtiysek, onu seçeceğiz.
Partiler değişmiş, liderler farklılaşmış olabilir.
Yaşananlar, bambaşka olabilir.
Bir kısım kurtuluyoruz derken, diğer kısım, uçuruma sürükleniyoruz, diyebilir.

Aslında, temelde, değişen bir şey olmadığını biliyoruz.
Türkiye gemisi, gitmesi gereken yolda ilerliyor.
Aktörler değişti, tabelalar değişti ama güzergah değişmedi.
Bu, sadece bizde, değil, hiç bir yerde değişmedi.

Dünya siyaseti, Dünya ekonomisi çok fazla değişmez, değişse de, yalpalasa da, sonunda, gideceği rotada gider.
Bu rotadan istenmeyen sapmalar, değnekle, tekrar rotaya sokulur.

Ülkemizde, siyasi ve ekonomik dönemler, 10 - 20 sene aralığında değişmektedir.
Siyasi kadroların sonları da, birbirine benzemektedir.
Önce, uluslararası sistemle, tam bir mutabakat, sonra, bir ayrışma ve çöküşün hazırlanması.
Ve ardından yeni kadrolar, tekrar bir mutabakat, ayrışma ve çöküş... Devam edip gider böyle.

Burada, ara renklerle uğraşırken, ana renkler, gözden kaçmaktadır.
Ne siyasi kadrolar, ne de, siyasi akımlar, başladığı yerde durmamaktadır.
Dün, ulusalcı olmayan kadrolar, bugün ulusalcı olabilmekte, dünkü anlaşmalar, bugün, karşıtlığa dönüşebilmektedir.


Dün alkışladığımızı, bugün öcü gibi görebilmekteyiz.
Dün öcü gördüğümüzü de, bugün, alkışlayıp saflarında yer alabilmekteyiz.


Burada, her ne kadar, halklar da, yanılır desek de, çoğunluğun gizli sağduyusunu görebilmek durumundayız.
Ama, siyasi kadroların işbirliklerindeki değişmeler, çıkar farklılaşmaları, çoğunluğun iradesini de, etkileyecektir.
Biz, menfaatimiz gereği, doğru bildiğimiz yönde oyumuzu kullandığımızı sanırken aslında, ana yönlendirmelerden birinin içinde olacağız.


Tabelalar yerleştirilmiş, yönler, çizilmiştir.
Oyun havuzu bellidir, sınırları çizilmiştir.
Dolayısıyla, hangi netice çıkarsa çıksın, değişen bir şey olmayacaktır.


Üzülerek gördüğümüz, ülkemizdeki, siyasi kadrolar, zaman içinde kendine çalışmaya başlamakta ve işbirlikleri de, sona erdiğinde, bu zayıf noktalarından vurulmaktadırlar.
Ülkemizin, bütün bağımsızlık çabaları, o nedenle, başarısız olmaya mahkumdur.
Bu, sadece, bizim ülkemiz için, geçerli değildir, bütün Dünya milletleri, aynı yoldan geçmektedir.


Yol belli, yazan belli, senaryo belli, hedef belli..
O halde, bizler, neyin değişmesini bekliyoruz ki ?
Nasıl bir tablo çıkarsa çıksın, gidiş yönü, uluslararası sermayenin eklemlenmesi yönünde olacaktır.
Yukarıdaki toz dumanın altında, zaten, bu süreç, tıkır tıkır işlemektedir.
8 Haziran 2015 - Pazartesi gününden itibaren de, işlemeye devam edecektir.

Kalın çizgiyi uluslararası sermayenin çizdiği bir Dünya'da, ha onu seçmişsin, ha bunu, bir şey, fark etmeyecektir.
Halkın, inandığı kadrolara içgüdüsel olarak sahip çıkması da, durumu değiştirmeyecektir.


Sermaye, Dünya'nın gidişini belirlemektedir ve belirlemeye de, devam edecektir.
Bu gidiş de, merkezileşme, bütünleşme, sınırların kalkması, ulusal pazarların, Dünya pazarına açılması, sermayenin uluslararasılaşması yönünde olacaktır.









Cafer Günday



















25 Mayıs 2015 Pazartesi

Depremlerin Tetiklenmesinde, İnsan Etkisi Olabilir Mi ?

Depremler, önemli sonuçlar doğurmaktadır.
Ülkeleri, insanları etkilemektedir.
Depremin yıkımı, uzun süre toplumların hayatını zora sokmaktadır.


Son yıllarda, depremlerin insan eliyle organize edildiği yönünde yaklaşımlar izliyoruz.
Kimi, buna, komplo teorisi diyor, kimi de, süper güçlerin, özellikle Amerika'nın, zarar vermek istediği ülkelerde, depremleri tetiklediğini ileri sürüyor.
Bu konuda, güçlü kanıtları olduğunu söyleyenler de, az değil.


Deprem, insan eliyle yönlendirildiğinde, yıkıcı bir silaha dönüşebilir.
Veya yaklaşan bir deprem, bölge, insansızlaştırılarak, daha önceden tetiklenerek, insan kaybı önlenebilir.
Yani, bu silahı nasıl kullanırsanız, Size, öyle hizmet edecektir.


2007 senesinden bugüne, sismik süreçleri, kendi ölçeğimizde izliyoruz.
Fay hatlarının kırılma mekanizmalarını anlamaya çalışıyoruz.
Devasa fay hatlarını, hangi enerjinin harekete geçirdiğini, tetiklediğini izliyoruz.
Bu konuda, mesafe aldığımızı söyleyebilirim.
Henüz, alacağımız çok yol var.



Araştırmalarımızın geldiği bu aşamada, söyleyebileceğimiz şeyler de, var, kuşkusuz.
Bunlardan birisi de, depremlerin, kendi doğal süreçlerinde gerçekleştiğidir.
Yani, iddia edildiği gibi bir insan marifeti söz konusu değildir.
Yıkıcı depremlerin hangi enerji trendlerinde gerçekleştiğini bilebildiğimiz için, bu konuda, net konuşabiliyoruz.


Buradan, bu iddiaları dile getirenlere, " yanlışsınız " demek istemiyorum.
Ancak, benim gördüğüm gerçek, budur.
Depremlerde, insan eli yoktur.
Bu yaklaşımlar, belki, süper güçlerin hoşuna gidebilir.
Gücün abartılması, öfkenin yanında korkuyu da, getirebilir.


1999 Gölcük depremiyle ilgili de, bu iddialar dile getirilmişti.
Komplo teorilerini sevenler olabilir.
Bu komplo teorilerinden bir çoğu, gerçek de, çıkabilir.
Ancak, deprem konusunda, bu iddialar, temelsizdir görebildiğimiz kadarıyla.










Cafer Günday












15 Mayıs 2015 Cuma

% 92'lik Yalnızlık...

12 Eylül 1980.
Türkiye için bir dönüm noktası.
Yangın, binayı sarmış, herkes, can derdine düşmüş.
Evinden, helalleşerek çıkılmaya başlanmış.


Kenan Evren, o ünlü konuşmasının bir yerinde, bunları söylemişti :
" Aziz Yurttaşlarım;
Bir defa daha belirtiyorum ki; Silahlı Kuvvetler aziz Türk Milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi (azalmaya) azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan Devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır. "




Halk, 12 Eylül 1980 ihtilalinin ürünü olan anayasaya da, % 92 oranında, evet demişti.
Yani, bu hareketi, müdahaleyi, onaylamıştı.
Bugün ise, bu hareketin sembolü olan kişinin cenazesine, sırt çevrildi.
Haklar, helal edilmedi.
Siyasi partiler, cenaze törenine katılmadı.


Ne değişmişti de, % 92 evet diyen halk, bugün, rütbesini söktü, ömür boyu hapis cezası verdi, hakkını helal etmedi ?
25 sene, bu değişimin mimarı mıydı ?
Yoksa, ateş sönsün de, nasıl sönerse sönsün evet'i miydi, bu oran ?


Kenan Evren öldü ama çekilen acılar kaldı.
Bu travma, toplumsal bilince yerleşti.
Bu travmayı yaşamadan önceki ve sonraki Türkiye, aynı değil.
Halk, hiç bir gencin ölmesini istemez.
Halk, açlık istemez, yokluk, yoksulluk istemez.
Halk, gerçekçidir, önüne gelen seçeneği görür ve ona göre davranır.


O gün, evet demesi gerekiyordu, evet, dedi.
Bugün, sırtını dönmesi gerekiyordu, sırtını döndü.
Günahıyla, sevabıyla, bu travma bizim travmamızdır, hepimizin belleğine kazınmıştır.


Kurtuluş Savaşını yapan da, bu halktır, % 92 evet diyen de, sırtını dönen de, aynı halktır.
O nedenle, dönen, fikir değiştiren bir halk demektense, gerçekçi davranan bir halk demek, daha anlamlıdır.
Aynı yapı, her siyaset döneminde yaşanmaktadır.
Dönemin başlangıcında, göklere çıkarılan kadrolar, dönem sonuna doğru, yuhalanmaktadır.


Ne destek, ne de, yuhalanmanın nedenini halkta değil, beklenileni vermeyen, veremeyen kadrolarda aramak gerekir.
O halde, o gün, % 92 evet alacak olan Kenan Evren, bugün, cenazesinde yalnız kalacaktı, diyebiliriz.
Bu trajedi, ülkemizde, siyasi kadrolara örnek teşkil etmelidir.
Halkın desteğini sınırsız ve sonsuz varsayan siyasi akımlar, bunun böyle olmadığını fark edebilmelidir.








Cafer Günday
















13 Mayıs 2015 Çarşamba

Mw 7.8, Nepal Depreminin Ardından...

10.000'e yakın ölü.
On binlerce yaralı.
1 milyona yakın insan evsiz kaldı ve etkilendi.
Yeryüzü konumu değişti.

Yıkıcı ve çok yıkıcı depremler, iz bırakıyor.
Bilim Dünyası, hala, depremleri, önceden öngörme, kestirme noktasına ulaşamadı.
İnsanlar ve toplumlar, hazırlıksız yakalanıyor.



Bu deprem, Bilim Dünyası'na göre zamanı gelen bir depremdi.
Döngü zamanı yaklaşmıştı.
Yani, bekleniyordu.
Ama, tam zamanı bilinemiyordu.


Acaba, bilinemez miydi ?
Dünya'daki, yıkıcı, uç deprem zaman dilimleri bilinemez mi ?
Bilim Dünyası'na göre, hala bilinemezdir.


Ancak, bu konuda yaklaşım geliştirmeye çalışan Bilim İnsanları, deprem tahmincileri, az değildir.
Biz de, bunlardan birisiyiz.
Yıkıcı ve uç depremlerin önceden bilinebilmesi üzerine çalışmalarımız devam etmektedir.


Bu konudaki yaklaşımımız, şudur :
Ülkemiz için uzaklar dediğimiz bölgelerde gerçekleşen yıkıcı uç depremler, mağmatik trendlerde, belli durumları tercih etmektedir.
Yani, uç ve yıkıcı depremler, tesadüfi zamanlarda gerçekleşmemekte, belli koşullar oluştuğunda, bu depremlerin gerçekleşme ihtimali güçlenmektedir.


Mw 7.8, Nepal depremi de, bunu teyit eden bir depremdir.
Nepal depremi, herhangi bir zamanda gerçekleşmemiştir.
Nepal depremi, belli magmatik sürecin neticesi olarak meydana gelmiştir.


Uzaklarda gerçekleşen uç, yıkıcı depremler, hangi magmatik süreçleri tercih etmektedir ?
Bu sorunun cevabı, bizi, yıkıcı ve uç depremleri, ne zaman beklememiz gerektiği konusunda da, bilgilendirmektedir.
Mesele, basittir ancak, nedensellik bağını kurmak zordur.


Ülkemizde meydana gelen derin soğuma trendleri, uzaklarda meydana gelen yıkıcı, uç deprem süreçleriyle bağlantılıdır.
Nitekim, Mw 9.0 Japonya depremi de, benzer magmatik trendde meydana gelmişti.
Mw 7.8, Nepal depremi de, nisan ayında, beklenmeyen enerji düşüşünün bitimine denk gelmiştir.


O halde, yerküredeki uç, çok yıkıcı depremleri beklerken, mağmatik trendin güçlü bir düşüş trendi içinde olmasını göz önünde bulunduracağız.
2015 senesi içinde Mw 8.0 + kırılmayı da, benzer bir düşüş trendinde bekleyeceğimiz açıktır.


Yıkıcı ve uç depremlerle ilgili özdeyişimiz, bellidir :
" Yıkıcı ve uç depremler, aşırı ısınma ve aşırı soğuma trendlerinin devamında gerçekleşir. "












Cafer Günday





















18 Nisan 2015 Cumartesi

Mw 6.1, Girit Depremi, Bize, Ne Söyledi ?

Bilim Dünyası, deprem tahminini reddetmektedir.
Depremlerin önceden bilinebileceği konusuna, tereddütlü yaklaşmaktadır.
Buna rağmen, deprem tahmini çalışmaları, amatör ve profesyonel araştırmacılar tarafından devam etmektedir.

Mevcut bilgi ve teknoloji düzeyi, depremleri önceden tespit edemediğine göre, yeni yaklaşımlara ihtiyaç vardır.
Farklı bakış açıları, farklı paradigmalar, depremleri bilinebilir hale getirebilir.
Bunun için de, önyargılardan arınmak, bugüne kadar söylenmeyen fikirlere esnek bakabilmek gerekir.


Fay hatlarını tetikleyen mekanizmaları çözmek, ana kuvvetleri görebilmek, deprem tahmini konusunda, mesafe alınmasına yardımcı olabilir.
Fay hatlarındaki gerilim birikiminin, ana kıtaların birbirini çekme ve itme neticesinde gerçekleştiğini biliyoruz.
Ancak, kırılma döneminde, yeraltında hangi süreçler yaşanıyor, hangi mekanizmalar harekete geçiyor, bu konuda karanlık hakimdir.


Biz, bu konuda, farklı bir bakış açısı sunmaya çalışacağız.
" Yıkıcı depremler, aşırı sıcakların ve aşırı soğukların arkasından gelir "
Bu tespit, hareket noktamızdır.
Yerküredeki enerji dalgalanmalarının mağma tarafından yönlendirilmesi, fay hatlarının kırılmasının da, mağma dalgalanmaları tarafından organize edildiğini düşündürmektedir, bize.
Aşırı soğuma ve aşırı ısınma trendleri, mağmanın, olağandışı hareketleridir.
Mevsimsel ortalamanın dışında olan bu aşırı iniş ve çıkışlar, fay hatlarını, kırılma eşiklerine itekliyor olabilir.


06 - 11 Nisan 2015 aralığında, güçlü ve mevsime uygun olmayan bir soğuma trendi yaşandı.
Mw 6.1 Girit depremi, bu soğuma trendinde kırılmaya hazırlanmış olabilir.
11 Nisan 2015 - Cumartesi gününden itibaren gerçekleşen enerji artışıyla birlikte de, kırılma süreci başlamış olabilir.


Bu tespit, sadece ülke ve yakın bölgemiz için değil, büyük yerküre depremleri için de, geçerli olabilir.
Kıtaların itme ve çekme hareketiyle gerilmiş olan fay hatlarının kırılma eşiğine hangi şartlarda ve ortamlarda iteklendiğini tespit edebilmek, bize, yıkıcı, uç depremlerin zamanlaması konusunda da, fikir verebilir.



Yıkıcı depremleri takip edeceğimiz süreçler, aşağıdaki özdeyişte gizli olabilir :
" Yıkıcı depremler, aşırı sıcakların ve aşırı soğukların arkasından gelir "













Cafer Günday











29 Mart 2015 Pazar

İşaret Levhaları...

İşaret levhaları, yön bulmak içindir.
İşaret levhaları olmadan, bölgeyle ilgili bilginiz yoksa, yönünüzü kaybedersiniz.
Sağa dön, sola dön, 30 km kaldı gibi.


İşaret levhaları, insanı rahatlatır.
İşaret levhaları, güven duygusu verir.
Nereye gittiğini bilen insan, huzur bulur, şüphe duymaz.


Filmlerde görürüz.
Biri çıkar, levhanın yönünü, tersine çevirir.
Kişi, gitmesi gereken yönün ters istikametine doğru yola koyulur.
Sonunda anlar da, iş işten geçmiştir.


Yerlere verilen isimler, çizilen sınırlar, insana, farkındalık duygusu verir.
İnsan, bilinmeyeni, tanımlamak, isimlendirmek ister.
Yerleştiği bir bölgede, ilk önce isimlendirir, ardından yön levhalarını yerleştirir.


Toplumsal hayat da, böyledir.
Her şey, isimlendirilir.
Herkes, inancına göre, inandığı görüşe göre, desteğini ortaya koyar.
Partiler, tabelalarını asar, parti tüzüklerini ortaya koyarlar.
Vaatlerini, iktidara gelince yapacaklarını, toplumla paylaşırlar.


Buraya kadar bir mesele yok.
Mesele, bundan sonra başlıyor.
Zaman zaman, tabelaların yönü değiştirilir.
Toplumun gidilmesi istenilen yöne doğru çevrilir, tabelalar.
Herkes de, yönünü, tabelalara bakarak çizdiği için, sorgulamaz.
Kendim gidiyorum sanır ama yönü belirleyen tabelalardır.



Yeni bir seçim dönemi geldi.
Tabelalar, yeniden yönlendirildi, eski yönleri değişti.
Toplum yürürken, artık, bu yeni tabela yönlerine göre, gideceği yolun tercihini yapmaya başladı.
Toplum, yeni tabela düzenine göre, yürümeye başladı bile.


İyidir, kötüdür, hayırlıdır, hayırsızdır, o başka bir konu.
Ayrıca, her şey, tabela yönlerini belirleyene göre olacak da, denemez.
Yeni tabela ayarlamamız, hayırlara vesile olsun...













Cafer Günday















7 Mart 2015 Cumartesi

Bitiş Alametleri...

Her şeyin, bir başı var, bir de, sonu...
Gelen de, belli olur, gidecek olan da...

Hamilelik ilerlediğinde, doğum yaklaştığında, işaretler bellidir.
Nişan ve kasılmalarla birlikte sancı veya suyun gelmesi, doğumun başladığının işaretleridir.
Ani, beklenmedik ölümler hariç, doğal ölümün geldiği de, belli olur.
İştah kaybı,  Fazlasıyla yorgunluk ve uyku,  Giderek artan fiziksel güçsüzlük,  Zihnin bulanıklaşması ve yönelim kaybı,  Zor nefes alma,  Sosyal geri çekilme, İdrara çıkmada değişiklikler, Ayak ve bileklerde şişme, Parmak uçlarında soğukluk, Alacalı damarlar.
Bunlar da, doğal ölümün işaretleri olarak görülür.

Sosyal ölümler, var mıdır ?
Olmaz mı, devletler, toplumlar, siyasi partiler, örgütlenmeler, kurumlar, doğarlar ve ölürler.
Bu yaşam sürelerinin peryodları, farklıdır.
600 sene süren devletler olduğu gibi, 10.000 sene süren, toplumlar vardır.
Kısa sürede, Dünya sahnesinden silinen devlet ve toplum sayısı da, az değildir.

Siyasi dönemler de, doğarlar, gelişirler ve yaşlanırlar, yıpranırlar, ölürler.
Yerini, yeni, dinamik oluşumlara bırakırlar.
Bu dönemler, değişimin hızlı olduğu toplumlarda, kısa sürer.

Ülkemizde, bu dönemler, 10 - 20 sene aralığında sürmektedir.
Şu ya da, bu biçimde, radikal değişimler yaşanmaktadır.
Gelen, gideceğini düşünmeden, davranmaktadır.
Halbuki, aynı kaderi, kendinden öncekiler gibi yaşayacaktır.

Toplumumuz, yeni gelen kadroları, bir değirmen gibi, hızla öğütmekte, kendine benzetmektedir.
İşe hızlı başlayan siyasi kadrolar, zaman içinde, dejenere olmakta, bozunmaktan kaçamamaktadır.
Toplumun dokusuna işleyen rüşvet, iltimas, adam kayırma, kadrolaşma, her siyasi kadronun sonunu hazırlamaktadır.


Ekonominin istikrarsızlığı, verimli olmaması, Dünya rekabetinde, geri planda olması, üretim kalitesinin düşük olması, sermaye azlığı, ekonominin kırılganlığı, savurganlık, pahalı devlet hizmetleri, aşırı vergilendirme, devletin hantallığı, bürokratik ve askeri hakimiyet, siyasi kadroların çöküşünü hızlandırmaktadır.

Zaman içinde, işe hevesle başlayan kadrolar, paylaşım, rant kavgasına girmektedir.
Zaman geçtikçe, küskünler, artmaktadır.
Beklentilerin hepsi karşılanamadığı için, umutlar, umutsuzluğa dönüşmektedir.
İktidardaki kadroların hata yapması kaçınılmazdır.
Bu hatalar, zaman içinde birikmekte, dejenerasyonu hızlandırmaktadır.

Zihinlerde, son yaklaşıyor görüşü, ağırlık kazanmaya başlar.
Kopmalar artar.
Yeni, güç merkezleri oluşmaya başlar.
Liderlik mekanizması, gücünü kaybetmeye doğru yol alır.

Derin meselelerle uğraşma, uluslararası ilişkilerin dinamikliği, kadroları yorar, yıpratır.
Dünya güçler dengesi, güçlü devletlerin zorlayıcı tutumları, tabanla, iktidarı karşı karşıya getirir ister istemez.
Hoşnutsuzluk artmaya başlar.
Bireysel hoşnutsuzluk, sokağa taşmaya başlar.
Sokağa taşan hoşnutsuzluk, ülkemiz toplumsal yapısı gereği, sert karşılık görür.

Tansiyon yükseldikçe, olumsuz haberler geldikçe, prestij, kabul edilirlik, onay, azalmaya başlar.
Siyasi kadrolar, kendi dar gruplarına geriler, toplumsal destek azalır.
Desteği artırma çabaları da, bir fayda etmez.
Artık, düşüş süreci başlamıştır, durdurmaya, kimsenin gücü yetmez.



Bitişin geldiğini kabul etmek, bitiş sürecini yumuşatır.
Kabul etmemek, süreci sertleştirir ama sonucu değiştirmez.








Cafer Günday


















16 Şubat 2015 Pazartesi

İdam Cezası, Geri Gelmeli Mi ?

Ülkemizde, idam cezası, 2004 senesinde, 5218 sayılı kanunla, bütün suçlar için kaldırılmıştır.
Ancak, vicdanları kanatan bir olay yaşandığında, idam cezası geri gelsin eğilimi, ağırlık kazanıyor.


Bazı olaylar, o kadar ağır ki, toplumun öfkesi, yakılsın, parçalansın, idam edilsin gibi ceza taleplerine dönüşebiliyor.
Halbuki, idam cezasının bütün suçlar için kaldırılması, hukuk sistemimizdeki bir ilerlemedir.
İdam cezası yerine, tecrit etme, ağırlaştırılmış ömür boyu hapis gibi, belki, idamdan daha ağır cezalar da, söz konusudur.


Burada mesele, hukuk sistemi dışında mı, içinde mi, düşünüldüğü olmalıdır.
Eğer, hukuk sistemi dışına çıkarsanız, geriye nasıl döneceksiniz ?
Suç kavramı, ceza kavramı, hukuk sistemi içinde düzenlenmelidir.
Kanunlar yetersizse, yeni kanunlar çıkarılır.
Nihayetinde, yasama organı görevinin başındadır.


Hukuk dışı çözümlerin dile getirilmesi, modern toplum olamamanın bir handikapıdır.
Hukuk devletinde, hukuk toplumunda, her şey, hukuk sistemi içinde tanımlanır ve karara bağlanır.
Bunun dışında bir çözüm akla bile getirilmez.
Son hunhar cinayette, cinayeti işleyenlerin, cezaevindeki işleyiş içinde cezalarının verilmesini beklemek de, nihayetinde, aynı kapıya çıkar.


Biz, toplum olarak, meselelerimizi hukuk içinde çözmeye mecburuz.
Hukuk sistemimiz yeterli değilse, bunu, yeterli hale getirmek durumundayız.
Ayrıca, yasama yetkisi, yürütme yetkisi, hukuk sistemi dışında düşünen, hukuk dışında çözüm üretmek isteyen insanların eline verilemez.


Suçun azaltılması, insanların suç işlemekten caydırılması, işin başka bir boyutudur.
Ülkemizde yaşanan bir çok kargaşanın nedeni, hukuk sisteminin yeterince işlememesidir.
Hukuk sisteminin, çeşitli menfaat grupları tarafından yönlendirilmeye çalışılmasından kaynaklanmaktadır.
Hakimler ve savcılar, kanunlara ve kendi vicdanlarına göre, serbestçe karar verebilmelidirler.
Hukuk sistemi, önüne gelenin eline geçireceği bir oyuncak değildir, olmamalıdır.
Herkes, hukuk sisteminin önüne boynunu uzatmalıdır ve bundan kaçış olmamalıdır.


İdam cezasını tamamen, bütün suçlar için kaldıran hukuk sistemimiz için, bu karar, ileri, modern bir adımdır.
Bunu, tekrar geri getirmeye çalışmak yerine, cezalandırma seçeneklerinin, gözden geçirilmesi düşünülmelidir.
Ağırlaştırılmış ömür boyu hapis, kelimenin gerçek anlamında, ağırlaştırılmış ve ömür boyu olmalıdır.
Bu cezayı alan suçlu, hiç bir şartta, ölmeden, cezaevinden çıkamamalıdır.
Hakim, bu cezayı verirken de, bunun anlamını bilerek verecektir zaten.


Vicdanlar kanarken, bu tür talepler normal gibi görünmesine rağmen, işin esasında, geri adım atmaktan başka bir şey değildir.
Sağlam, tarafsız, etkin bir hukuk sisteminden başka güveneceğimiz bir yapı yoktur, olmamalıdır.








Cafer Günday
















15 Şubat 2015 Pazar

20 Yaşındaki Özgecan Aslan Vahşi Cinayeti, Bize, Ne Söylemek İstiyor ?

Cinayetin kurbanı, bir kadındır.
Kurban, gençtir.
Cinayetin nedeni, cinselliktir.



Erkekteki cinsel güdü, kadındaki güdüye göre, baskın ve saldırgandır.
Ama bu baskınlık, her erkekte, tacize, tecavüze, cinayete dönüşmez.
Bu saldırgan güdüyü ehlileştiren erkek sayısı çoktur.
Ehlileşemeyen erkek sayısı azdır ama vardır.




Bu grup erkekler, kadınlara, kendi eşlerine, belki, arkadaşlarına, çocuklarına bile, her türlü tacizi, tecavüzü yapabileceklerini düşünmektedirler.
Bu grubun, erkeklerle bir ilgisi yoktur, çünkü, bunlar, hastalıklı kişilik taşımaktadırlar.
Eğer, bu vahşilikleri, erkeklikle özdeşleştirirseniz, ortaya, erkek düşmanlığı çıkar ki, bu da, çözümsüzdür, yeni problemleri beraberinde getirir.


Dolayısıyla, mesele, erkeklik - kadınlık meselesi değildir.
Ruhsal - zihinsel sapkınlık meselesidir.
Diğeri, erkeklere yapılan haksız ithama dönüşür.
Aynı sapkınlığa, başka biçimlerde kadınlar da, kapılabilir ve kapılmaktadır.


İçinde yaşadığımız toplumlar, yabancılaşmayı hızlandırmıştır.
Rekabet, insanları, sürekli bir didişme içine sokmuştur.
Aile birliktelikleri, temelinden sarsılmıştır.
Kadının erkeğe, erkeğin kadına yaklaşımı başkalaşmıştır.
Bütünleyicilik, hasımlığa, birbirini kullanmaya doğru kaymıştır.




Günlük geçim telaşı, hayatın zorlaşması, insanları hırçınlaştırmış, çocuk eğitimini zayıflatmıştır.
Kavga, ailelerin birçoğunun günlük rutini haline gelmiştir.
Boşanmalar olağanlaşmıştır.
Çocuklar, parçalanmış ailelerde büyür hale gelmişlerdir.
Sevgi ve hoşgörünün zayıf olduğu ortamlarda yetişmektedirler.
Bunun üzerine binen rekabet ve bencillik, gençleri zorlamaktadır.


Din ve siyaset istismarı, yönetici ve iş dünyasının acımasız şartları, insanları, gençleri, acımasızlaştırmaktadır.
Kullanılan insanlar, kullanmaya meyletmektedirler.
Maddi Dünya'nın öne çıkarılması, tüketme, haz için yaşama anlayışını yaygınlaştırmaktadır.


Biz, bu hunhar cinayetle birlikte, bir sonuçla karşılaşmış olduk.
Altyapısı kurulan, olgunlaşan, bu zihniyetle yetişmiş, toplumda, serseri mayın gibi dolaşan insanlardan, bir kaçı patladı, bu cinayette.
Patlamaya hazır, hala, ortalıkta dolaşmaya devam eden, onlarca, serseri mayın da, yaşamaya devam etmektedir.



Türk toplumu, sadece, bu cinayette değil, yaşadığı bir çok olumsuzlukta da, kendini, sorgulamaktadır.
Gidiş yönünden, rahatsız olmaya başlamıştır.
Bu cinayetin insanları ayağa kaldırması, sadece, cinayetin kendisinden değildir.
Bir toplumsal homurtu, huzursuzluk, bu cinayeti, kendisine bayrak seçmiştir.



Dur demezse, bu ve benzeri vahim hadiselerin devam edeceğini, içgüdüsel olarak kavramaya başlamıştır.
" Antikorlar " bakteriyi, virüsü sezmiş ve virüsün vücuda girdiği yere doğru harekete geçmiştir.
Toplum, hak ettiğini düşündüğü noktaya kadar sesini yükseltecektir.
Karşı çıkmaya başlama, toplumun, huzursuzluk eşiği demektir.
O noktaya kadar sesini çıkarmayan insanlar, " Artık, yeter " demeye başlamışsa, eşiğe gelinmiş demektir.


Dolayısıyla, bu nokta, dirençli bir noktadır ve buradan geriye gidiş yavaşlayacaktır, artık.
Ama durmayacak, yine benzer olaylar devam edebilecektir,
O zaman da, toplum, sesini, daha gür çıkarmaya başlayacaktır.


Demek ki, artık, toplumun, sınır değerlerine yaklaşılmıştır.
Türk toplumunun olduğunu düşündüğümüz değil de, gerçek tepki seviyesi, kendini göstermeye başlamıştır.


Toplum mühendisleri, elbette, bunları, ince ince hesaplamaktadırlar.
Ancak, nihayetinde, ne kadar hesaplanırsa hesaplansın, gidiş yönünü ve hızı, toplumun tepkisinin gücü belirleyecektir.




Toplum, bu hunhar cinayetle birlikte, kendini sorgulamayı, yüksek sesle yapmaya başlamıştır.








Cafer Günday










27 Ocak 2015 Salı

Petrol Bitiyor, Yeni bir Dünya Başlıyor...

Petrol bitiyor...
Yeni enerji kaynakları devreye girmeye başladı.
Petrolsüz bir Dünya, nasıl olacak ?



Ülkeler, elektrik enerjisi başta olmak üzere, Güneş ve rüzgar enerjisine kayıyor.
Başka, yeni, bilinmeyen enerji kaynaklarıyla ilgili araştırmalar da, yoğun biçimde devam ediyor.
Çünkü enerjisini ucuzlatan, Dünya sermaye sisteminde, öne geçecek.
Eski, pahalı enerji sistemleriyle devam eden ekonomiler, küçülecek, yok olmaya kadar gidecek.




Dünya pazar paylarını kaybetmek istemeyen, çoğaltmak isteyen, uluslararası devasa şirketler, mecbur kalıyorlar, daha ucuz enerji sistemlerine yönelmeye.
O halde, petrol, artık, demode bir enerji sistemi olmaya doğru yaklaştı.
Petrolün pisliği, pahalılığı, insanlığı, fazlasıyla rahatsız etmeye başladı.


Tak çatına Güneş enerji sistemini, bağımsız enerji kaynağını kur.
Bir kere ödeme yap ve ondan sonra, enerjini kendin sağla.
Aracın, elektrikli olsun ve çatıdan sağladığın enerjinden doldur aracının aküsünü.
Tarlada sulamanı, Güneş'ten sağla.




Yeni enerji kaynakları görülüyor ki, insanları, merkezi enerji hatlarına bağımlılıktan kurtaracak.
Artık, petrol rantı, enerji rantı dönemi, geride kalıyor.
Dünya sermaye sistemi, bir kez daha, üstelik, çok derinden, hayatı ucuzlatmış olacak.
Bunu istemeyerek de, olsa, yapacak.
Enerjiyi, bedelsiz, doğal yoldan kullanacağımız günler, çok uzakta değil.



Petrolden zenginleşen, petrol parasıyla, yan gelip yatan ülkeler, ne olacak peki ?
Yoksulluğun pençesine düşecekler, elbette.
Yüzyıla yakın zamandan beri, Dünya'yı vantuz gibi emen petrol tekeli ülkelerin cenaze marşı çalınmaya hazırlanıyor.




Dünya sermaye sistemi, yakıp yıkmasına rağmen, bir kez daha, insanlığa dev bir adım attırıyor.









Cafer Günday





26 Ocak 2015 Pazartesi

Tarkovski Olmak Ya da Olmamak!

  


  Andrey Arsenyeviç Tarkovski (Rusça: Андрей Арсеньевич Тарковский) (4 Nisan 1932 - 29 Aralık 1986), Rus film yönetmeni, yazar ve aktör. Sinema tarihinin önemli yönetmenlerinden biridir. Sergei Paradzhanov'la birlikte Glasnost öncesi kuşağın en iyi yönetmeni olarak kabul edilir. Şiirsel sinemanın önde gelen isimlerindendir. Kaynak : Vikipedi.




Dün, üzülerek, buruk bir duyguyla seyrettim.

    Yüksek bir duvarın önünde duran , bu duvarı çıkmak isteyen ama çıkma ihtimali olmayan bir yönetmenin acısını hissettim.

Duvarı çıkamayacak olmasının iki yönlü nedeni var, kanımca.

 Birincisi, yetenek, deha, doğuştan gelir, sonradan edinilmez.

 Eğer, bir dahi değilseniz, dahi olmaya uğraşmanız boşunadır.

Çok çalışır, başarılı olursunuz ama dahi olamazsınız.

İkincisi de, ülkemizin zihni yapısıdır.

 Biz, bir akıl toplumu değiliz.

Dolayısıyla, aklın ürünlerine de, çok fazla kıymet vermeyiz.

Bizim sanatçılarımız, toplumsal genetiğimiz değişmediği sürece, " güdük " kalmaya, mahkumdur.

Sayın yönetmen, reklam filmi çevirsin, parasını kazansın, ondan sonra da, bu Dünya'dan göçüp gitsin.

Zaten, bir Türk " Tarkovski'si " olacaksa da, olacaktır, bunun için, kimsenin aklına ihtiyacı olmaz.



Fakat, o seviyede bir film çevirdiğinde de, ödülünü, bu memleket vermeyecektir.


Cafer Günday

14 Ocak 2015 Çarşamba

Dinler Savaşına mı, Gidiyoruz ?

Görüntü öyledir.
Ancak, işin aslı, öyle değildir.
Dünya sermaye sistemi, bir duvara gelmiş dayanmıştır.
Bu duvar, sermaye sistemiyle eklemleşemeyen toplumlarla ilgilidir.
Din, bunun, görünen yüzüdür.




Dünya, sermayeleşecektir.
Sermaye sistemi, bütün Dünya'yı, ülkeleri, ekonomileri, insanları, kendi sistemi içine alacaktır.
Bu, kaçınılmazdır.
Direnç, bu sürecin geldiği noktayla ilgilidir.
Sistemin, kendi gerçekleri vardır.
Kendi hayat biçimleri, işleyiş tarzı vardır.
Bu tarz, ülkeden ülkeye, kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte, öz olarak, değişmez.


Sermaye formu, bellidir ve sermaye, bu formu gerçekleştirmek için, bu forma uymayanları uydurmak için, çabalar.
Mesele, bu forma uymayan toplumları, dinleri, inançları, insanları, bu forma uydurma meselesidir.
İslamiyet de dahil olmak üzere, bir çok din, bu formdan uzaktır.
Bu dinler, insanları, sermaye sisteminin gereklerinden uzak tutmaktadır.




Öyleyse, bu inanç sistemleri, sermayeyle uyumlulaştırılmalıdır.
Bu, zor ve meşakkatli bir süreçtir.
Binlerce seneden beri, zihinlere yerleşen inanç sistemleri, bir günde, ortadan kalkmazlar.
Özellikle, dogmatik, değişmezliğine inanılan inanç sistemlerinde, bu entegrasyon daha da, zor olmaktadır.


Dünya'da yaşanan bu toz dumanın arkasında, dogmatizmi çözme, bütün inanç sistemlerini, sermaye sistemiyle barıştırma, buluşturma çabası vardır.
Bu çaba, şöyle ya da böyle, başarıya ulaşacaktır.
Ancak, direnç arttıkça, sermayenin müdahalesi de, orantılı olarak artacaktır.




Burada, dinlere, inanç sistemlerine, toplumlara, insanlara düşen, sermaye sistemine, kendi inanç sistemleriyle karşı çıkmak değildir.
Modern sermaye toplumunun formlarını benimseyerek, sistemdeki konumunu almaktır.
Eğer, bir çaba gösterilecekse, bu, sermaye sistemi içinde, bu sistemin kurumlarıyla gösterilmelidir.
Dışarıdan gösterilecek çabalar, başarısızlıkla neticelenecektir.



Sermaye, kendi mükemmel formuna ulaşmadan, dönüşmez.
Bir yandan, formun mükemmel belirtileri, modern sermaye toplumlarında görülmeye başlamıştır.
Diğer yanda da, Dünya'nın diğer kısmı, bu formdan çok uzaktadır.
Sermayenin yıkıcı yüzüyle, dinsel temelde uğraşmak, anlamsızdır ve başarısızlık kaçınılmazdır.




O halde, dinlere, inanç sistemlerine düşen, yok olmamak için, bir an önce, sermayeyle eklemleşme çabalarını hızlandırmak olmalıdır.
Aksi, takdirde, sermaye sistemi, kendi acımasız uygulamalarıyla, bu eklemleştirmeyi, yozlaştırarak gözden düşürerek, ortadan kaldırarak gerçekleştirecektir.




Bu alt - üstlükte kazanan, modern sermaye toplumları ve uluslararası sermaye sistemi olacaktır.









Cafer Günday