30 Temmuz 2014 Çarşamba

Meritokrasi...

Meritokrasi, yönetim erkinin, yetenek ve kişilerin bireysel üstünlüğüne, yani, liyakata dayandığı yönetim biçimidir.

İngiltere merkezli Meritocracy Party, bu konuda, 5 maddeden oluşan bir manifesto yayımlamıştır. Bu maddeler şu şekildedir:
  1. Kayırmacılık yoktur: Ailenizin değil, sizin kim olduğunuz önemlidir.
  2. Yandaşçılık yoktur: Başkalarının sizin için ne yapabildiği değil, sizin ne yapabildiğiniz önemlidir.
  3. Ayrımcılık yoktur: Cinsiyet, ırk, din, yaş, geçmiş önemsizdir. Yetenek her şeydir.
  4. Eşit imkanlar: Herkesle aynı noktadan başlar ve yeteneklerinizin sizi götürdüğü yere gidersiniz.
  5. Tatminkar erdemler: En başarılı insanlar, en yüksek tatmine erişirler.


Biz, toplum olarak, bu anlayışın neresindeyiz ?
Ne kadar yakınız, ne kadar, uzağız ?


Adam kayırma, kan bağından başlar, " toprağıma " kadar uzanır.
Askerde, " topraklar " bir araya gelir, korunur, kollanır.
Nerelisin ?
Bu soru, ülkemizde, boş bir soru değildir.
Hem ayrıcalık vermeyi, hem de, ayrıcalık istemeyi barındırır içinde.


Ebeveynler bile, çocukları arasında, yeteneğe değil, başka değerlere göre, politika izlerler.
Bazı bölgelerde, kız çocukları, aile nüfusundan bile sayılmaz.
Sizin saymadığınız o kız çocuğu, belki de, adına kürsü kurulacak bir Bilim kadını potansiyeli taşıyor.




Bürokrasiye eleman alırken, memur alımı yaparken, bu ilkelere göre davranmaya, ne dersiniz ?
Adalet sistemine, yeni insanları katarken, bu prensipler ne kadar uygulanabiliyor ?
Kastlaşma, geçişkenliğin azalması, bu prensiplerin tam tersidir.


Varsıl çocukları varsıl olur, okumuş çocukları okur, çoban çocuğu çoban, şoför çocuğu, şoför olur.
Fakat, işin tersliği, bundan sonra başlar.
Bir işletmeyi, sıfırdan kuran, Dünya şirketi haline getiren bir müteşebbisin çocuğu, bir bakarsınız, çekingen, girişimcilikle, yatırımla ilgisi olmayan bir insan oluverir.
Dünyaca ünlü bir müzisyenin çocuğunun, müzikle uzaktan yakından ilgisi olmaz.
Hayatını hamallıkla kazanan bir ailenin çocuğu, en girişimci insanlar arasında yer alabilir.




Müteşebbisin çocuğu, müteşebbis, müzisyenin çocuğu müzisyen, askerin çocuğu, asker olacak diye bir kural olabilir mi ?
Bizde, bu işi en iyi, bir kaç il halkı yapar.
Hatta, espridir, İsveç'te, Kulu, Türkiye'den büyük sanılıyormuş.
Bir yere kapak atıldı mı, yandınız artık, orası, zaman içinde, hemşehrilerle dolar taşar.
Filan il kökenli biri Genel Müdür olunca, giderayak, bütün köylülerini, kadroya doldurmaya çalışır.


Bill Gates ve Warren Buffett, Dünya'nın en zengin iki insanıdır.
Bu iki insan, 100 milyar doları geçen şahsi servetlerini, çocuklarına değil, Bill ve eşi Melinda Gates'in kurduğu vakfa bağışlamışlardır.
Gerekçeleri de, şudur : Bu kadar parayı, çocuklarımız, ne yapacak ?



Bu insanları, eleştirmek isterseniz, çok şey bulabilirsiniz, ancak, bu makalede, o yönlerine değil, paraya ve yeteneğe bakış açılarını vurgulamak için başvuruyorum.
Siz, o servete sahip olsanız, çocuklarınıza bırakmamazlık yapabilir miydiniz ?


Genetik olarak, meritokrasiye, ne kadar yakınız ?







Cafer Günday







Yararlanılan Kaynaklar : Vikipedi ve Dansla İşe Gitmek : Warren Buffett, Scala Yayıncılık, Ocak 2014


Ürün Boykotu...

Ürün boykotu, hassas bir konu.
Politik gelişmelere göre, ülkeler arasında yaptırımlar, ambargolar, elçilikleri kapatmak, ilişkileri, “ katip seviyesine “ indirmek, kınamak vb. uygulamalar, zaman zaman, yapılıyor.
Bir ülkenin yaptıklarını benimsemediğiniz zaman, bu uygulamalar, derece derece, gündeme getiriliyor.




80'li yıllarda, okullarda, boykot modaydı.
Filan oldu boykot, feşmekan oldu boykot.
" Ama, dersler kaynıyor, öğrenim aksıyor " .
" Olmaz, ülkemizin, bağımsızlığı için boykot şart ".
Ülkenin bağımsızlığı için, kendini yetiştirmiş insanların varlığı, hala, anlaşılmış değil.
O dönemde, 4 ayda, üniversitelerden mezun olan insanlar oldu.


Bir ülkenin ürünlerini boykot kararı alırken, kimse, bu kararı almayın, demez.
Fakat, bu boykotu yaparken, dikkatli olmanız lazım.
Bazı ürünleri boykot edip, bazı ürünleri tüketmeye devam edemezsiniz.
O zaman, adama, gülerler.
Hatta, bütün şirketlerin menşeini araştırıp, en küçük bir ilişki olan ürünleri  de, aynı kapsama sokmanız lazım.
Ben, Size söyleyeyim, öyle, saf  bir ürün yok. Saf bir sermaye de, yok.
Sermayenin bütünleştiği bir ortamda, milliyet ayrımı yapamazsınız.

Her üründe, herkes vardır, her ürüne, herkes ortaktır.

Eğer, gerçek bir boykot yapmak istiyorsanız, dış Dünya’dan yaptığınız bütün ithalatı durdurun, bütün yabancı şirketleri kapatın, bilgisayar sistemini kökten kapatın, cep telefonlarını kapatın, ilaç alımını durdurun.




Yabancı sermayeyi, kapı dışarı edin.
7 Milyarlık bir Dünya pazarında, 77 milyon, nihayetinde göz ardı edilebilecek bir pazardır.
Göz ardı edildiğinizde, kaybeden, Siz olursunuz.
Eğer, Dünya siyasetinde söz sahibi olmak istiyorsanız, bunun, yolu yordamı vardır.
Bu yol yordam içinde, boykot olmamalıdır.

Eğer, öyle olsaydı, bunu, Çin, Japonya, Amerika, bizden çok önce yapardı.
Amerikan şirketlerinin hemen hepsinin, Çin'de üretim tesisleri var.
Japon ürünleri, Amerika'nın göbeğine kadar giriyor.
Keza, Çin ürünleri de, öyle.
Rus doğalgazını, Avrupa kullanıyor.
Bilgisayar ve internetsiz bir Dünya düşünmek bile, mümkün değil.
Boykota, bunları da, sokmayı düşünür müsünüz ?
Almanya, malüm ülkeyi desteklediğini açıkladı.
Ne yapalım, Almanya'ya ?
Onlar destek verdiği için, Alman ürünlerini de, boykot edelim, Alman şirketlerini, ülkemizden gönderelim, hatta, o topraklarda yaşayan vatandaşlarımızın hepsi, orayı terk etsin, ülkemize geri dönsün. Ne de, olsa, ülke, onların ülkesi, oraya, sonradan gidip yerleşen bizleriz.


Yol yordam ve işin çözümü, duygusal tepkiler vermek yerine, uzun vadeli düşünmeyi, uzun vadeli güçlenmeyi öğrenebilmekten geçiyor.
Eğer, bir topluma kızıp sinirleniyorsanız, yaptıklarını tasvip etmiyorsanız, çok ses çıkaran boş bidon gibi davranmak yerine, uzun vadede, elinizi güçlendirecek toplumsal planlar yapmayı becerebilmelisiniz.
Ayrıca, eşit güçle yapılan sermaye beraberlikleri, herkese kazandırır.
Dünya piyasalarında, masaya eşit oturamadıktan sonra, alacağınız tedbirler, sadece, kendi elinizi daraltır. Güçsüzken, Sizi, daha da, güçsüz yapar.


Bir ürünü, sadece, ekonomik değilse, sağlığınıza zararlıysa, verdiğiniz paranın karşılığını alamadığınızı düşünüyorsanız, almamazlık etmelisiniz.
Milliyetçilik damarınız çok kabarıyorsa, o ürünün yerli karşılığını, daha güçlü olarak, daha uygun fiyatlarla, Dünya piyasalarına sürmenin uğraşını vermelisiniz.
Bir tane bile, yerli aracı olmayan bir ülkeyseniz, Dünya teknolojik gelişmelerinin kenarına bile ilişemiyorsanız, neyin iddiasında bulunacaksınız ?
Ekonomik anlamda, kısa vadeli çözümler üreten, çalışmaktan çok, hazırcı olmayı tercih eden bir insan yapınız varsa, bunu da, biraz zor başarırsınız.




Dünya piyasaları, bu piyasalarda yer almayı hak eden, bu piyasaların hakkını veren, hak eden üreticilerindir.
Bu üreticiler, bu hakkı, gerek maliyetle, fiyatla, gerekse, ürün kalitesiyle elde ederler.Gerçek boykot, bu ürünlerin karşısına, daha uygun maliyetli, daha kaliteli ürünlerle çıkabilirseniz, bir anlam ifade eder.
Bu da, zaten, sermayenin kendi doğasıdır.
Öncelikle, Dünya sermaye sistemine entegre olmayı becerebilmek lazımdır.
Ama bu entegrasyonu da, absorbe edilerek, eritilerek, yok olarak değil, güçlü biçimde, masadaki eşit güç olarak sağlamanız gerekir.

Sermayenin ihtiyaçları dışında, başka değerleri öne sürerek de, Dünya sermaye sistemine entegre olamazsınız.
Sermaye, gireceği ülkede istikrar ister. Yarın, ne olacağı bilinemeyen bir ortamda, sermaye, huzursuz olur. Uzun vadede de, terk eder gider veya, kalır, yerleşir, Sizi, etkisiz hale getirmeye çalışır.

Biz, henüz, toplum olarak, bunların çok uzağındayız. Gereğini yapacağımıza, sonuçlara öfkelenmeye devam ediyoruz.
Sermaye sahiplerini de, sermaye sahibi olarak değil, başka ölçütlere göre değerlendirmeye çalışıyoruz.
 


Cafer Günday

25 Temmuz 2014 Cuma

Hastalıkların Şahı : Kanser...

Kanser, yayılıyor...
Kanserli insan sayısı, her gün, artıyor.
Kronik hastalıklar, insanı, pençesine alıyor...
Bu hastalıkların en ağırı da, kanser...
Çaresi bulundu, bulunacak derken, daha da, yayılıyor kanser, kendisi gibi.



Önce, hastalanmak için elimizden geleni yaparız.
Sonra da, çaresizliğin pençesinde, kıvranır, dururuz.
Sigara içeriz. " Namı diğer, Kanser Çubuğu "
Sevgisiz hayatlarımız olur.
Sinirlenir, bağırıp, çağırırız.
Kötü beslenir, vücudumuzu, işlenmiş, sağlıksız yiyeceklerle doldururuz.
Sabah 4 - 5 'lere kadar uyumayız, bilgisayar başlarında, kulüplerde, barda, sabahlarız.
Sigaranın birini söndürür, diğerini yakarız.
Spor, semtimize uğramaz.

Ve nihayet, isteğimiz olur, kronik bir hastalığa yakalanırız veya kanser, vücudumuzu sarmaya başlar.
Erken teşhis, hayat kurtarır mı ?
Kurtarır elbette de, değiştirmeyeceğimiz hayatımızı kurtarsa, ne olur, kurtarmasa ne olur ?
Bize bedel ödemeden verilen sağlığımızı kendi ellerimizle yok ettikten sonra, bu kez de, kurtulma çabası başlar.
Paradan puldan vazgeçtik, sağlığımızı kazansak yeter, demeye başlarız.
Ama önceden sağlıklıydık, onu biz bozduk, üstelik zorlayarak, yapılmaması gereken her şeyi, yaparak.
Aklımız başımıza yeni mi, geldi ?



Sigara içenlere sorun, muhtemel sonuçlarını biliyorlar mı, bilmiyorlar mı ?
Abur cubur beslenen, işlenmiş gıdalarla, vücudunu zehirleyenlere sorun, sonuçlardan haberleri yok mu, acaba ?
Sinir küpü olan, önüne gelen her şeye, bağırıp çağıran, hırslı insanlara sorun bakalım, onları, neler bekliyor ?
Herkes, her şeyi, çok güzel biliyor, herkesin, her şeyden haberi var.
Var olmasına var da, illetler vücudumuzu esir almadan, gerekeni yapacak irademiz yok, ne yazık ki.


O zaman, bu hastalıklar, şeker hastalığı, kalp hastalıkları, böbrek hastalıkları, kanserler, kaçınılmaz.
Arttıkça, artacaklar, çoğaldıkça çoğalacaklar.
Her evde, bir kanserli, her evde, bir şeker hastası olacak, yakında.
Erken teşhis hariç, bunların tedavisi var mı ?
Yok, tıbbi müdahale, ancak, Sizi, biraz iyileştirebilir ama tedavi etmez.
İlaçlara bağımlı yaşarsınız.



O halde, biz, bu hastalıkları nasıl tedavi edeceğiz ?
Tedavi edemeyeceğiz.
Ne yapacağız, ölmeyi mi, bekleyeceğiz ?
Hayır, olabilecek tedavilerinizi sürdüreceksiniz ama bundan daha da, önemlisi var :


Kanser olmamak...





Cafer Günday


Faydalanılan Kaynak : Tüm Hastalıkların Şahı, Sıddhartha Mukherjee, Domingo yayınları, Eylül 2012 - ISBN : 978 605 62604 8 3

24 Temmuz 2014 Perşembe

İlaç ve silah sektörleri, uzun dönemde, sermaye sistemine faydalı mı ?

Sermaye sistemi, sektörler biçiminde, varlığını sürdürür.
Gıda sektörü...
Otomotiv sektörü...
Maden sektörü...
Hizmet sektörü...
Metal sektörü...
Sağlık sektörü...
Silah sektörü...




Bunlar da, esas olarak, insanların, toplumların ihtiyaçlarına göre, hayat bulurlar.
Fakat, bir süre sonra, sermayenin kendini çoğaltma arzusu, insan ihtiyaçlarıyla üretim temelinde sapmalara yol açar.
İnsan ihtiyacı olmayan, ama kazanç sağlayan üretimlerin yapılmasına yönelir.
Hatta, bazıları, insan sağlığına, hayatına tehdit getirir, zarar verir, yok eder.




Sağlıksız ürünler ortalığı kaplar, hastalıklar çoğalır.
Kronik hastalıklar çoğalır. İlaç bağımlılığı artar.
Silah sanayii gelişir ve insanlar, toplumlar, silahlanmaya başlar.
Çatışmalar, katliamlar, devam edip gider.


Toplumların, ilaç, sağlık sektörüne ve silah sektörüne ayırdıkları pay, hızla yükselir.
Bu pay arttıkça da, bu sektörler, gittikçe, güçlenir, büyür.
Birbiri ardına hastahaneler kurulur, ilaç fabrikaları, tam kapasite çalışır.
Silah ve savunma sanayi, büyüdükçe büyür.



Bunlar, bugün, yaşadığımız gerçekler.
Bu gerçekler, sermaye sisteminin devamlılığına katkı mı, yapıyor, yoksa, farkında olmadan, hem insanları, hem de, sistemi mi, zayıflatıyor ?
Hasta insan sayısı arttıkça, bu, sağlık sektörünün işine gelir, ancak, nihayetinde hastalanan bu insanlar üretim sürecinde yer alan insanlardır.
Kronik hasta olanların işgüçleri, verimlilikleri kayba uğrar.
Çalışamaz duruma gelenler, üretken durumdan, tüketken duruma kayarlar.
Bir kaç kişi fark etmez ama, iş yüzbinlere, milyonlara ulaşmaya başladığında, durum değişir, tehlike sinyalleri çalmaya başlar.


Sermaye için, en önemli değişkenlerden birisi, işgücü verimliliğidir.
Çalışan insan, güçlü ve zinde olmalıdır.
Fakat, insanlar güçlü, sağlıklı ve zinde olurlarsa, o zaman da, sağlık sektörünün müşterisi olamayacaklardır.
Aynı durum, sadece, çalışanlar, işgücü için değil, sermaye sahipleri için de, geçerlidir.
Sermaye sahipleri de, nihayetinde, sağlık sektörünün müşterisidirler.
Üstelik, varlıklı oldukları için de, cazip müşteriler arasındadır.
Varlıklı bir insanın, özel bir hastahanede,  ünlü bir cerrah tarafından yapılan kalp ameliyatının maliyeti, küçük bir servet olabilir.
Dolayısıyla sağlık sektörü, doğası gereği, müşterisinin çoğalması ve süreklileşmesi için, insanların hastalanmasını, ilaç bağımlısı olmasını ister.


O halde, bir bütün olarak, insanların sağlıklı olması, sermaye sisteminin lehinedir.
Ancak, gıda ve sağlık sektörü gibi, bazı sektörler, kazanç amacıyla, insanların sağlıklarından hızla uzaklaşmalarına ön ayak olmaktadırlar.
Bu durumda, sistem, uzun vadede, kendi menfaati gereği, insanların sağlıklarıyla oynayan, insan sağlığına zarar veren sektörlerin at koşturmasına dur diyebilmelidir.
Gıda sektörünü denetim altına alıp, sağlıklı, güçlü, dayanıklı, zeki, nesillerin gelişmesini temin edebilmelidir.
Kanser, diyabet, kalp hastalıkları gibi, insan üretkenliğini doğrudan etkileyen hastalıkların kaynakları ortadan kaldırılmalıdır.
Sistem, bunu, kendi uzun vadeli menfaati için, yapmalıdır.



Aynı durum, silah sanayii için de, geçerlidir.
Ölü bir tüketici, bir şey satın almaz, kredi kartı kullanamaz, üretim sürecinde yer alamaz.
Her an bombaların altında yaşayan insanlar, ne üretim sürecinde yer alırlar, ne de, tüketim sürecinde.
Sürekli, silah sektörünü beslerler.


Sermaye sisteminin geldiği aşama, artık, daha istikrarlı piyasalar istemektedir.
Üretim ve tüketimin garanti altına alındığı, günlük, rutin hayatın işlediği, sosyal ortamları istemektedir.
Sistem, uzun vadeli menfaatlerini, kısa vadeli menfaatlerinin önüne koyabilmelidir.
Sermaye sisteminin uzun vadeli menfaati de, " büyük buhranlar hariç ", sağlıklı ve istikrarlı bir Dünya'dan, sağlıklı ve istikrarlı toplumlardan geçmektedir.







Cafer Günday



23 Temmuz 2014 Çarşamba

Oyunu, Kuralına Göre Oynamak.

Sermayenin, bizden istedikleri vardır.
Maliyetleri, aşağı çek, der.
Çevrimi, hızlandır, der.
Çevrim sayısını artır, der.
Biriktir, çoğalt, merkezileş, der.
En azla, en çoğuna ulaş, der.


Oyunun kuralları, bunlar.
Bu kurallara uyan kazanır, uymayan, kaybeder.
Sermaye, kendini korumayı bilende konaklar.
Gerektiği zaman, gereken kararı veremeyen, gecikenden kaçar sermaye.
Sermayeyi elinde tutmak isteyen, ani kararlara hazırlıklı olmalı, karar verirken, duygusuz olabilmelidir.




Oyunun kurallarını değiştireceğim sananlar çıkabilir, çıkmıştır da.
Ama, oyunun kuralları, değişmez.
Oyunun kuralları değişemeyeceği için de, bu kuralları, harfiyen uygulayan, kazanır sermayeyi.
Biriktirir, gücüne, güç katar, büyüdükçe, büyür.


Sermayenin, yüzü, soğuktur, dolayısıyla, sermayeyi elinde tutan da, zaman içinde, soğur, acımasızlaşır.
İnsani kaygılarla karar verenler, sermayeyi elinde tutamaz.
İnsani kaygıların da, hesaba katılacağı zaman, sermayenin belli bir gelişmişlik seviyesine denk gelir.
Nitekim, ultra modern toplumlarda, insan unsurunu daha fazla hesaba katma ihtiyacı doğmaya başlamıştır.
Sermayenin geldiği, verimlilik düzeyi, insan unsurunu da, hesaba katma ihtiyacını doğurmaktadır.
Dolayısıyla, insanın önemsenmesi, istekle değil, yine, sermayenin verimlilik zorlamasıyla yapılmaktadır.



Dünya, sermayeyle yaşamaya mecbur, bugün, Dünya'nın, baskın ekonomik sistemi, sermaye sistemidir.
Sermaye, toplumların hayat biçimlerini belirlemekte, uluslararası ilişkilere damgasını vurmaktadır.
Dünya piyasalarında söz sahibi olmak isteyen toplumlar, sermaye ilişkilerini iyi tanımak ve oyunu, kuralına göre oynamak durumundadırlar.


Oyuna, başka yön çizmeye çalışmak, yenilgiyi baştan kabul etmekle eşdeğerdir.
Ülke içinde, sermayenin verimli çalışmasını sağlamak, sistemi güvenceye almak, piyasaların akışkanlığını etkinleştirmek, ülkeyi güçlendirecektir.
Kan bağını, dini değerleri, sermayenin oyun kurallarıyla karşı karşıya koymak, kısa vadede, fayda gibi görünse de, uzun vadede, toplumun zararınadır.
Sermaye, aklıyla, oyun gücüyle kazananın, hakedenin elinde toplanmalıdır.




Toplumların uzun vadeli menfaati, modern sermaye toplumu olmaya yönelmekte yatmaktadır.
Toplumlar, sermayenin yıkıcı, zarar verici yönlerini, kendi içinde ehlileştirecek, törpüleyecektir.
Girişim ruhlu insanlar desteklenmeli, yığınlar, üretim sürecinde yeralabilecek biçimde eğitilmelidir.
Üretim süreci dışında, insanların geçinebilmelerinin önü alınmalıdır.


İnsanların hantallaştıkları, girişimci insanların, teşebbüsten korktukları bir sosyal ortamda, verimlilikten bahsedilemez.
Sermayeyi öcü gibi görmek yerine, sermayenin topluma vereceği zararları engellemeye çalışmak modern sermaye toplumu olma yolunda, hızla, ilerlemeyi getirebilecektir.



İşadamlarının, dolandırıcı olarak görüldüğü bir ortamda, insanların, işten kaçtıkları, yan gelip yatarak hayatlarını sürdürmeye çalıştıkları bir sosyal sistem, çökmeye mahkumdur.
Müteşebbislerin katil ya da hırsız olmadıkları, öyle görülmedikleri bir sistem, çalışanların işten kaçmadıkları, kendilerini geliştirdikleri bir ortam, bizi, modern sermaye toplumu olmaya doğru götürecektir.


Sermayeye, kural dayatamazsınız, sermayenin, kendi kuralları vardır.
Oyun, kuralına göre oynanmalıdır, yoksa, yarış dışında kalır, diskalifiye olursunuz.





Cafer Günday

22 Temmuz 2014 Salı

Bende Yok, Sende de Olmasın!

Ben, mutsuzum, Sen de, mutsuz ol...
Ben, tembelim, Sen de, tembel ol...
Ben, fakirim, Sen de, fakir ol...
Ben, boşandım, Sen de, boşan...
Ben, fesadım, Sen de, fesat ol...
Ben, yeteneksizim, Sen de, yeteneksiz ol...
Ben, çirkinim, Sen de, çirkin ol...
Ben, gülmüyorum, Sen de, gülme...
Ben, çelimsizim, Sen de, güçlü olma.
Ben, disiplinsizim, Sen de, disiplinli olma...
Ben, rüşvet alıyorum, Sen de, al...
Ben, çalıyorum, Sen de, çal...
Ben, yalan söylüyorum, Sen de, yalan söyle...



Bu liste, böyle, uzar gider.
Bu, olmayanın, olana, düşmanlığıdır.
Hem, çaba göstermez, uğraşmaz, alın teri dökmez, hem de, olana, düşmanlık besler.
Olmamada, yoklukta, eşitlik istemenin, bir başka biçimidir, bu söylemler.
Bunun, temel nedeni, kıskançlıktır.
Kıskançlık, insanın, temel, kötü duygularından biridir.


Bunun, o kadar örneği çoktur ki, hayatımızda ve başkalarının hayatında.
Bu, sadece, insanlar arasında değil, toplumlar arasında da, olur.
Milletler, birbirini, çekemez.
Genetik olarak, ya da, sonradan, bir millet, bir meziyet kazanmıştır, o meziyeti taşımayan millet, diğerini, kıskanır.
Ondan sonra da, kalkar, mağdur rolüne soyunur.
Mağdur rolüne soyunması da, yetmez, bir de, paçanızdan yapışır, Sizi de, aşağı çekmeye uğraşır.
O da, yetmez, söyler de, söyler, iftira atar, kara çalar, kötüler.


" Bırak sarhoşu, yıkıldığı yere kadar, gitsin ". Bizim, güzel atasözlerimizden birisidir.
Sarhoşun elinden tutarsın, yardım etmek için, " Senden, yardım isteyen mi, oldu ? " der.
O zaman, ne yapacaksınız, bırakacaksınız. Bırakacaksınız ki, yıkılsın.




Asalakların çok olduğu, çalışmadan, üretmeden kazanma peşinde olan toplumların, tipik özelliğidir, kıskançlık.
Bu toplumlar, yoklukta eşitliğin, kazanmadan yaşamanın peşindedirler.
Üretme, gelişme, bulma, keşfetme peşinde olan insanın, yanındakiyle bir derdi olmaz ki...


Adam, alternatif elektriği bulmuş... Onun kökeni, şu..
Adam, bilgisayarı keşfetmiş... Onun, dini, bu..
Adam, Dünya'nın en zengini... O, şu milliyetten..
Adam, olimpiyat şampiyonu olmuş, derisinin rengi, şu...



Bunları söyleme serbestliğin, var olmasına var da,
Adamın, adama da, şunu, sorma hakkı vardır :

Sen, nesin ?







Cafer Günday














21 Temmuz 2014 Pazartesi

Üstün Irk

Bütün insanlar, eşit midir ?
Eşitlik, adil midir ?




Tırpanın biçtiği gibi, herkesi eşitlemeye çalışmak, hayatın gelişimine aykırıdır.
Her insanın biyolojik ve ruhsal yetenekleri farklıdır.
Kimi, atletik yapıya sahiptir ve hızlı koşar.
Kimi, güçlüdür, yumruğu, balyoz gibidir.
Kimi, cılızdır ama zeka kapasitesi yüksektir.
Kimi, müzisyendir ama 5 basamaklı bir merdiveni çıkınca, nefes nefese kalır.

İnsanların yetenekleri, türlü türlüdür.
Kişi, bilse de, bilmese de, bazı meziyetlere sahiptir.
Bu yeteneklerin çoğu, doğuştan, genetik olarak gelir.
Yetenekler, insanın yaşadığı hayatta, geliştirilir veya köreltilir.



Bizim eşitlikten anladığımız, hızlı koşanı, yavaş koşanla aynı hıza indirmek olmamalıdır.
O zaman, hayatın zenginliğini, en geridekine göre belirlemiş olursunuz.
Bu, en yeteneksizlerin, insan toplumlarına egemen olmasını isteme anlamına gelir.
Tembel ruhlu insanların, çalışmama isteklerini topluma egemen kılarsanız, insanlık aç kalır, gelişme olmaz.



Disiplinli bir insanla, serkeş bir insan, aynı olabilir mi ?
Dakik bir insanla, " oblomov " aynı kefeye konulabilir mi ?
Hayatını laboratuvarda geçiren bir Bilim İnsanı, rantla geçinmeyi hedefleyen bir asalakla aynı olabilir mi ?
Bir sanayiciyle, bir tefeci aynı olabilir mi ?


Bugün, Dünya'da, her yerden sesler çıkıyor, fakirliğe isyan ediliyor, değerin, zenginliğin belli toplumlarda biriktiğinden yakınılıyor.
Bazı bölgelerde, bombalar patlıyor, insanlar ölüyor, kan gövdeyi götürüyor.
Bu tablo, bugünün meselesi mi, yoksa, geçmişten gelen bir gelişimin bugünkü görüntüsü mü ?


Asalak yaşamayı, el açmayı alışkanlık haline getirmiş toplumlar, işten, üretimden kaçan toplumlar var mıdır ?
Meselelerini, hep başkalarına, " kadere ", yaratıcıya yükleyen toplumlar var mıdır ?
Bananeci, vurdumduymaz, hırsız, arsız, hazırcı, toplumlar var mıdır ?



Bütün bu özellikleri bir araya getirip, ırksal özellikler olarak mı, düşünmeliyiz ?
Yoksa, İngiliz bir Bilim İnsanıyla, Hintli bir Bilim İnsanını, aynı mı, görmeliyiz ?
Bütün toplumların, hantal, boş, tembel, hazırcı, suç işlemeye meyilli insanları vardır.
Bütün toplumların, yetenekli çalışkan, üretken insanları da, vardır.


Sermaye, kafatasçıların, ırksal özellik olarak gördükleri şeyi, geri plana atar ve yeteneği, insanın kendisini esas alır.
Sermaye için, Hintli, Afrikalı bir müteşebbisle, bir Bilim İnsanıyla, İngiliz bir müteşebbis, bir Bilim insanı aynıdır.
Sermaye, onun üretkenliğine, yeteneğine bakar, derisinin rengine, hangi soydan geldiğine bakmaz.


Bugün, Dünya Sermayesini, belli toplumların elinde tuttuğu söylenmektedir.
Bu, daha çok, o toplumdaki insanların, sermayeyi ellerinde tutma özelliği taşıdığı için geçerlidir, yoksa, aynı soydan geldikleri için değil.

" Para, pintide eğleşir. "
Sermaye, sermayeyi üreten, çoğaltan, koruyan insanlarda, toplumlarda, birikir.
Hem, bu özellikleri taşımayıp, hem de, ülkemiz zenginleşsin, biz, Dünya'nın en gelişmiş ülkesi olalım demenin bir anlamı, olabilir mi ?


Sermaye, sermayeyi üretme ve çoğaltma yeteneği dışındaki bütün farklılıkları, kan bağını, dinsel düşünceyi, kafatası farklılıklarını sıfırlar, etkisizleştirir.
Eğer, Siz ve ülkeniz, yokluktan kavruluyorsa, bazı ülkeler de, paralarını koyacak yer bulamıyorlarsa, bunu, ırksal özelliklerden çok, Sizin, toplumunuzun, sermayeye, hayata, üretkenliğe bakışında aramanızda fayda vardır.




Hem ırkçılık yapıp, dinsel ayrımları körükleyip, mezhepçilik yapıp, kan bağını öne çıkarıp, hem de, sermayenin üretkenliğinden faydalanalım, diyemezsiniz.
Modern sermaye toplumu olabilmek, bütün bunları, geride bırakmayı gerektirir.

Bunları yaparsınız yapmasına da, para, elinizde para olarak kalır, sermayeye dönüşmez, altta da, debelenip durursunuz.

Cafer Günday


19 Temmuz 2014 Cumartesi

Yoksul muyum, yoksullaştırıldım mı ?

Dünya'nın, bazı bölgeleri yoksul, bazı bölgeleri, varsıl...
Dünya'nın, bazı bölgelerinde, kan gövdeyi götürüyor, bazı bölgeleri, sütliman.
Coğrafi şartlar, yoksulluğun nedeni olarak gösterilebilir mi ?
Ya da, toprak azlığı, verimli toprakların yokluğu ?
Bunun doğru olmadığının örneği çoktur, Dünya'mızda.




Nüfusun büyüklüğü ve küçüklüğü, bir neden olabilir mi, yoksa, o da, bir sonuç mu ?
Bunun yanlışlığıyla ilgili örnek de, çoktur.
Nüfusu az olup, yiyecek ekmek bulamayan çok ülke olduğu gibi, kalabalık olup, varsıl olan ülke de, çoktur.



O halde, yoksul olmanın, yoksul kalmanın suçunu, kime yükleyeceğiz ?
Dünya'nın bir kısmından diğerine değer aktaran gelişmiş, varsıl ülkelere yükleyelim mi ?
O zaman, zigot oluşturan en hızlı spermi de, suçlamak gerekmez mi ?
" Vay  alçak, diğerlerini geride bıraktın, haksızlık yaptın, onların ne suçu vardı, yumurtayı sen kaptın " diyelim mi ?
Hepimiz, o en hızlı spermin ürünü değil miyiz ?
Geride kalan, tembel, gücü yetmeyen, zayıf, çelimsiz, etrafı seyreden sperm mi, yumurtayı döllemeliydi ?



Bazen, düşünürüm, bütün Japonlar veya İngilizler veya Almanlar veya Fransızlar, Amerikalılar vb. ceketlerini alsa, ülkemize gelse, biz de, ceketlerimizi alsak, Japonya'ya veya diğer ülkelere gitsek, 5 - 10 sene sonra, iki ülkede neler olurdu, diye ?


Afrikalıları Japonya'ya yerleştirsek, Japonları da, Afrikaya, neler olurdu, acaba ?
Ama sadece, ceketler alınacak, insan dışında başka hiç bir şey değil.
Bu örnekte, aslında, sonuca ulaşıyoruz, kanımca.
Yoksulluğu da, varsıllığı da üreten, insan faktörüdür.


Acaba, ülkemizde Japonlar yaşasa, komşu ülkelerle ilişkileri, nasıl olurdu ?
Bırakın Japonları, ülke içinde bile, gelişmeyen bölgeler, gelişen bölgeler var.
Yol yok, iz yok, dağlık, ovalık meselesi, sadece, kuru, boş ruhların, kamuflajıdır.
Tembelliklerini, bozgunculuklarını, biraraya gelemezliklerini, kolaycılıklarını gizlemeye yarar.



Hırslı, gözüdönmüş bir sermaye sahibine bir ormanı gösterseniz, orayı yakmayı ve bina dikmeyi düşünür.
" Uyanık çiftçi ", ormanı yavaş yavaş keserek, tarlasını büyütmeyi düşünür.
" Eli işte, gözü oynaşta " olan birine, para verirseniz, parayı işe değil, oynaşa yatırır.


" Evlat var, neylesin malı, evlat var neylesin malı " sözü, atalarımızın, olayı çözdüğünün kanıtıdır.
Yani, der ki, kişi, kendi fakirleşir, zihni fakir olanın eline, malk mülk versen de, yer bitirir, yine, züğürt kalır, der.


Alkolik bir vatandaşa para verirseniz, parayı sermaye yapmayı düşünmez, hemen, alkol satan bir dükkan arar.
Bilinçli bir sermayedara para verirseniz, parayı sermayeleştirir ve büyütmeye, çoğaltmaya çalışır.




Zenginlik, dışarıdan verilen veya dışarıdan alınan bir değer değildir.
Zenginlik, zihindedir, ruhtadır, bilinçtedir, mentalitededir, hayat anlayışındadır.
Dış Dünya, sizdeki bu zenginliğin yansımasıdır sadece.
Fakir, gelişmemiş bir yer gördüğünüzde, biliniz ki, oradaki insanların ruhları da, fakir ve katılaşmıştır.
Çünkü, zengin ruhlu bir insan orada barınmayacak, kısa zamanda ayrılacaktır.







Cafer Günday

18 Temmuz 2014 Cuma

Ez Beni!

Dünya'nın bir bölümü, diğer bölümü tarafından eziliyor mu, yoksa, ezilen taraf, ezen tarafı, " Gel beni, ez ", diye, çağırıyor mu ?

Yağmur, ormana yağar, çöle yağmaz.
Kum çölde olur, ormanda olmaz.
Nehir, denize akar, deniz, nehire akmaz.
Hayvanlar, canlılar, bitkinin, suyun bol olduğu yerde çoğalır, kıt olduğu yerde değil.





Sermaye, karlı yerde, birikir.
Üretim, çalışkan insanların olduğu yerde artar, tembel insanların olduğu yerde değil.
Birlikler, ortaklıklar, birleştirici, akıllı, mantıklı insanların olduğu yerde kurulur, bozguncu insanların olduğu yerde değil.
Teknolojiyi, akıllı insanlar geliştirir.
Sanat, sanata değer veren insanların zihinlerinde, gelişir.
Barış, barışçı insanların olduğu yerde, hayat bulur.



Hırsızın olmadığı yerde, kapılara kilit takılmaz.
Suç işlenmeyen yerde, cezaevi olmaz.
Rüşvet alınmayan, rüşvet verilmeyen yerde, rüşvet olmaz.
Adaletli insanların yaşadığı yerde, mahkemeler dolup taşmaz.
Özgürlüğüne sahip çıkan insanları, kimse, köleleştiremez.
Mazlum yoktur, zalimi zalimleştiren vardır.
Zalimi çağıran, zalimin ağzının suyunu akıtan vardır.



Ezen ve ezilen varsa, ezen ezmeyi, ezilen de, ezilmeyi hak ediyordur ve kabul ediyordur.
Her ne zaman, ezilen, ezilme ilişkisini değiştirirse veya ezen ezmekten vazgeçerse, ilişki biçimi değişir.
Ezen ezmekten, ezilen de, ezilmekten kurtulur.
Dünya'da, bir savaş, bir ezilme - ezme ilişkisi varsa, bunun, esas sebebi, altta kalanın, altta kalmayı kabul etmesinden ileri gelir.
Güçlü olan, gücünü kullanacaktır.
Alma kudreti olan, alacaktır.




O halde, bir yerde haksızlık olduğu düşünülüyorsa, haksızlığa uğradığını düşünen çözecektir, bu haksızlığı.
Ahlayıp vahlamakla, haksızlığı yaptığını düşündüğüne lanet okumakla, çözülmez meseleler.
Ezilen, ezilmeyi hak etmekten kurtulacak biçimde davranmalıdır.
Ezilen, özgürlüğü, eşit ilişkiyi hak edecek kudreti, gücü gösterebilmelidir.
Ceylan, sağ kalmak istiyorsa, aslandan, aslan da, avını yakalamak istiyorsa, ceylandan hızlı koşmalıdır.
Olayın sonunda, ceylan, sağ kalsa veya aslan ceylanı yakalasa bile, her ikisi de, adildir.



Ölen ölmeyi, öldüren de, öldürmeyi hak etmiştir.
Ölen ölmek, ezilen ezilmek istemiyorsa, gereğini yapmalı, birlikse, birlik olmayı becerebilmelidir.
Güçlenmesi gerekiyorsa, güçlenebilmelidir.





Cafer Günday







17 Temmuz 2014 Perşembe

Kısasa kısas mı, kötülüğe, iyilikle karşılık vermek mi ?

Bizim kültürümüz, kötülüğe, iyilikle karşılık ver, der.
Bir başka bakış açısı da, kötülüğe dur demezseniz, yangın gibi her yanı sarar, der.
Başka bir bakış açısı da, bir yanağına tokat atana, öbür yanağını da, dön der.





Ünlü bilim insanı Carl Sagan, bir makalesinde yaşamda benimsenmesi gereken kuralları, şöyle sıralamış:
Altın Kural: Başkalarının size nasıl davranmasını isterseniz siz de, onlara, öyle davranın.
Gümüş Kural: Başkalarının size yapmasını istemediğiniz şeyleri, siz de, başkalarına yapmayın.
Bronz Kural: Başkalarına, onların size davrandığı gibi davranın.
Kısasa Kısas Kuralı: Başkalarıyla önce işbirliği yapın, daha sonra, size nasıl davranırlarsa, siz de, öyle davranın.
Sagan’ın bu kurallarını okuduktan sonra, bunlardan hangilerine öncelik verdiğimizi düşünebilir ya da benimseyebildiklerimizi uygulamaya koyabiliriz; ama unutmayalım ki, altın kural binlerce yıldır değerini hiç yitirmiyor.
Sagan'ın kurallarının hiç biri doğru değil, hiç biri de, yanlış değil.
Sizin, hayatınızda nelerle karşılaşmak istediğinizle ilgili bir meseledir, nasıl davranacağınız.
Kimi, iyi olmak pahasına, kaybetmeyi, göze alır.
Kimi de, kazanmak pahasına, her türlü kötülüğü yapabilir.






Modern toplumlardaki rekabet sistemi, bu kuralların sıralamasını değiştiriyor.
Bu rekabet sistemine, bir de, hırs eklenince, ortaya, korkunç tablolar, vahşileşmiş insanlar çıkıyor.
Kazan da, nasıl kazanırsan kazan, elde et de, nasıl elde edersen et.
Bütün ahlaki, hukuki, insani değerlerin, canı cehenneme.

Bir tarafta, herhangi bir sınırı olmayan, her türlü davranışı kendine mübah sayan insanlar varken, " Altın Kuralı " işletebilir misiniz ?
Belki, " Altın Kuralı " işletirken, " Ben onun, canını yakarsam, o da, benim canımı yakabilir, hakkıdır " diye düşünebilirsiniz.

Ahlaklı insanlar, genellikle, iyi olmayı, her hal ve şartta, iyi olmakla karıştırırlar.
Saf bir biçimde, insanların, kolayca, değişebileceğini düşünürler.




Birisi, Sizden bir miktar para talep ettiğinde, cebinizden çıkardığınız paranın, hepsine göz koyup, zorla alıp kaçabilir.
Otostop yapan birini aracınıza aldığınızda, belki, Size, zarar vermeyi düşünüyordur.
Evlendiğiniz, hayat arkadaşı olarak seçtiğiniz kişi, belki de, Sizden başka, her şeyinizle, ilgileniyor olabilir.
Oy verdiğiniz kişi, hiç de, Sizin düşündüğünüz gibi biri olmayabilir.

O halde, " Gözümü kaparım, vazifemi yaparım " diyerek, kendinizi, kötülerin, salyalar akan dişlerinin arasına mı, bırakacaksınız ?
Kurulan ilahi düzen, karşılıksız bir düzen değildir.
Her şeyin bir karşılığı, bir bedeli vardır.
Yüce yaratıcı, Sizi, cennetine almak için, belli biçimde yaşamanızı ve ibadet etmenizi ister.
Yüce yaradan, kendisine, ibadet etmenizi, bekler ve bunu da, sorgular.


Öyleyse, kişinin, kendi değerlerine sahip çıkmak gibi, bir görevi vardır.
Burada, genelleştirme yerine, her olay, bağımsız olarak değerlendirilmelidir.
Şeriat, hırsızın, kolunu kes, der.
Bu, bir bedeldir.
Evinize giren hırsızdan davacı olmazsanız, mahkeme de, o hırsızı serbest bırakırsa, başkalarına da, zarar verme ihtimali vardır.
Sizi, hayatınızda, taciz eden, emeğinizi, gaspedenlere karşı, kendinizi korumazsanız,  kan kaybından ölürsünüz.
Başta, kendiniz olmak üzere, aileniz, ülkeniz ve bütün insanlığa sahip çıkmazsanız, kötülerin cirit attığı bir ortamda yaşamak zorunda kalırsınız.





Dolayısıyla, altın kuralın içinde, kötülüğe dur demek, kötülüğe güçle, onun anladığı dilde karşılık vermek, vardır.
Başka bir bakış açısından da, kötüye, hak yiyene bir tokat attığınızda, ona, haksızlığının bedelini ödettiğinizde, özgürlüğünü bağladığınızda, o kötüye, aslında iyilik etmiş olursunuz.
Çünkü, böyle davranarak, onu, başka kötülükler yapmaktan, verdiği zararları artırmaktan korumuş olursunuz.


Çocuk tecavüzünü, istismarını alışkanlık haline getirmiş birinin özgürlüğünü kısıtlarsanız, onu, başka çocuklara zarar vermekten alıkoymuş olursunuz.
Ehil olmayanın elinden gücü alırsanız, gücün kötüye kullanılmasının önüne geçmiş olursunuz.



Despot zihniyetli, psikopat birine, Dünya'yı yönetme yetkisini verirseniz, olacaklardan da, mesulsünüz, demektir.
O halde, kötülüğe seyirci kalmak, ahlaklı olmak demek, değildir.

"Altın Kural ", tam tersine, hayata, tam anlamıyla, iyiliği egemen kılabilmek için, müdahil olmayı da, kapsar.






Cafer Günday

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Cinayeti, katil mi, işler, maktul mü ?

Maktul, katilin, öldürme eyleminin nesnesidir.
Burada, maktulün, eylemi kendine çekme, eyleme izin verme, eylemi kabul etmesi, gizli biçimde vardır.
Hukuki ve dini açıdan, elbette, cinayeti işleyen katildir ve cezası, hukuk ve dini kurallar içinde bellidir.
Biz, olayın kendisi açısından, kuvveden fiile çıkması açısından, konuya yaklaşıyoruz.




Soyguncu ve soyulan, bir bütündür, soygunu da, birlikte işlerler.
Katil ve maktul, bir bütündür, cinayeti de, birlikte işlerler.
İnsan, belayı, kendisi çağırır ve insan, belayla birlikte, gerçekleştirir, o bela neyse.
İnsan, kendi kanını, kanını akıtanla birlikte akıtır.
Fakir, kendini fakirleştirenle birlikte fakirleşir.
Zulüm gören, zulmedenle birlikte gerçekleştirir, zulüm eylemini.
Psikopat, kendi kurbanıyla birlikte kurar baskısını, kurbanın üzerinde.
Dolayısıyla, katili üreten, aslında, maktulün kendisidir.
Hırsızı üreten de, soyulandır.
Gelir adaletsizliğini üreten de, fakirin, ta kendisidir, toplumdur.
Psikopatı üreten de, psikopatın kurbanıdır.
Efendiyi üreten de, köledir.
Efendiyle köle, katille maktul, hırsızla soyulan, ayrılmaz bir beraberlik oluştururlar.




Eğer, Siz kendinizi, mağdur olarak görüyorsanız, biliniz ki, suçlu, Sizsiniz.
Psikopatın kurbanıysanız, psikopatı besleyen, ona güç veren, ona enerji veren Sizsiniz.
Psikopat, Sizden beslenir.
Hırsızı besleyen, Sizsiniz.
Katili katil yapan, Sizsiniz.
Fakirliği üreten, fakirin kendisidir.
Efendiyi efendi yapan, köledir.
Despotu üreten de, toplumdur.



Siz, lambayı yaktığınızda, karanlık kaçar, her yer, aydınlanır.
Köle, köle olduğunun bilincine vardığında ve efendisini kendisinin ürettiğini anlamaya başladığında, hem ilişki, hem de, efendi değişmeye başlar.
Fakir, fakir olduğunun bilincine vardığında ve fakirliği kendisinin ürettiğini anlamaya başladığında, talep etmeye başlar, üretmeye başlar ve hayatı değiştirir.
Psikopatın kurbanı, psikopatı beslediğini fark ettiğinde, bunun bilincine vardığında, aradaki ilişkiyi koparacak ve psikopatı, kendi içine hapsedecektir.
Toplumda kurban ruhlu insanlar kalmadığında da, psikopat, kendine yeni kurbanlar bulamayacak ve psikopat olamayacaktır, psikopatlığını besleyecek yeni insanlar bulamayacaktır.




Bu bakış açısı, suçlu ve suçsuz tanımından çok, olanın, neden olduğunu ve nasıl değişebileceğini açıklamaya, anlamaya yöneliktir.

Eylemi yapanla, eylemden mağdur olan, farkında olmadan, birlikte planlarlar eylemin kendisini.
Dolayısıyla ortada, ne mağdur vardır, ne de, suçlu.


Toplumda, kurbanlar oldukça da, kasaplar, her zaman, varolacaktır...




Cafer Günday









15 Temmuz 2014 Salı

Açık büfe...

Açık büfeyi, en çok, çocuklar sever.
Hele, bir de, ebeveynleri yanlarında yoksa, keyiflerine diyecek olmaz.
İstedikleri, kendilerine yasaklanan yiyeceklerden, bol bol, alırlar.
Açık büfede, kendi başlarına yemek seçen çocukları seyretmeyi, çok severim.

Evde, annenin pişirdiği yemekleri yemek zorunda olan çocukların, vay haline.
Anne baba da, otoriterse, " Ya, önüne konulanı yiyeceksin, ya da, aç kalacaksın ", diyorsa, evdeki yemek saatleri, çocuk için, bir işkenceye, can sıkıntısına dönüşür.




Önüne konulanı yemeye alışmış çocuk, büyüyünce, kendi çocuğunun da, önüne koymaya başlıyor.
Ayrıca, önüne ne konulursa, yemeye alışıyor.
 - " Ne istersiniz ? "
 - " Farketmez ".

" Annem- babam, önüme, bunu koyuyorsa, bir bildikleri vardır ", demeye alışıyor.
Bir de, " Anneye - babaya karşı çıkmama kuralı " var ya.
Bir süre sonra, çocuk, " farketmez " demeye alışıyor.
Kendi tercihleri, ortadan kayboluyor, kendi içine hapsoluyor.
Önüne konulanı, doğru olarak görmeye başlıyor.

Anneye - babaya karşı çıkmama kuralı, büyüyünce, otoriteye karşı çıkmamaya dönüşüyor.
Askeri otorite, kamu otoritesi, yöneticisi, karısı - kocası, bütün otoriteler, onun için, şartsız kabule dönüşüyor.



Karşı çıkmama, boyun eğme, sorgulamama, bir yaşam biçimi haline dönüşüyor.
Demokrasi kültürü, çoktan seçme, istediği hayat biçimini yaşama serbestisi, doğumdan itibaren başlıyor.
Çocuğuna karşı çıkma hakkını, seçme hakkını öğretmeyen ebeveynler, aslında, birer noter yetiştiriyorlar.
" Evet " mührünü basarken, özgür iradelerine göre değil, şartlanmalara göre seçim yapıyorlar.
Zaten, toplum böyle olduğu için de, " Evet " mührünü basacağı yerler de, kendisine sorulmadan, önceden belirleniyor.
On yıllarca, hep aynı yere mühür basanlar, neyi sorguladılar ki ?



Mührü, niye oraya basıyorsun ?
" Dedem de, oraya basardı, babam da oraya basıyor. "
" Ayrıca, mührü oraya basmazsan, seni evlatlıktan silerim " dedi, yemin ettirdi.

Açık büfeler, otoriter toplumlarda, fazla olmaz.
Otoriter toplumlarda, otoriter ailelerde, önünüze konulanı yersiniz, verileni giyer, sev denileni sever, sevme denileni sevmezsiniz.

Açık büfe olan yerlere gittiğimde, seçim yaparken, kendimi, " özgür " hissederim.

Cafer Günday



















12 Temmuz 2014 Cumartesi

Maymunlar Cehennemi - Şafak Vakti, hangi mesajı veriyor ?






Yok edeceğiz.
Savaşı, Siz başlattınız, bize, başka seçenek bırakmadınız.
Hollywood sineması aracılığıyla, Dünya'ya mesaj vermek, anlaşılabilir bir şey.
" Siz, maymunlar, Modern Dünya'yı tehdit eden bir türsünüz ve biz, Modern Dünya'yı korumak için, Sizi, maymunları, yok etmek zorundayız."
Verilen mesaj, budur.
Bu mesajın, doğruluğu, yanlışlığı, haklılığı, haksızlığı, başka bir tartışma konusudur.
Ama, Modern Dünya, olayı, böyle algılamakta ve böyle algılatmaya uğraşmaktadır.

Modern sermaye toplumlarının yayılma, elde etme, biriktirme yöntemleri, " maymunlara " göre, farklıdır.
Sermaye, ilk birikimini yaparken, " maymunları ", gemilere doldurdu ve kırbaçlarla çalıştırdı.
Sermaye biriktikçe, üretim yöntemleri geliştikçe, Modern Dünya'nın hak, eşitlik, adalet kavramları, vücut bulmaya başladı.




Kanun önünde, herkesin eşit olduğu kuralı, geçerli olmaya başladı.
İlk birikim, ilkel birikim dönemleri, geride kaldı.
Sistemin etkinleştiği ülkelerde, " maymunlar ", insanlaştı, sisteme dahil oldu.
Fakat, Modern toplumlar, kendi içinde uyguladığı bu prensipleri, dışarıda uygulamakta zorlandı.
Dışarıya çıktığında, yine, eski yöntemlerini kullandı, kullanmaya çalıştı.
Duvarın dışını, vahşi, karmakarışık, " maymun toplumları " olarak, ilan etti.
Duvarın dışı, teknolojinin olmadığı, sanatın olmadığı, " ilacın " olmadığı, " elektriğin " olmadığı, otomasyonun olmadığı, aracın olmadığı, bir alandı.





Duvarın dışında, her şey, mübah oldu.
Sermaye toplumları, kendi içlerinde, bu kavramları yerleştirirken, Dünya'nın geri kalanlarını da, sisteme dahil etmeye çalıştı.
Bu dahil etme çabası, değer aktarımının her biçimi de, kullanılarak sürdürüldü.

Entegrasyon süreci, acılı oldu ve olmaya da, devam ediyor.
Sermaye sistemi gelişmeye, Dünya'da da, yeni aşamalarını kabul ettirmeye devam ediyor.
İçinde bulunduğumuz aşama, ileri bir aşamadır ve sermayenin merkezileşme çabasında, bir ara duraktır.
Dünya'nın bir kısmı, bu entegrasyon sırasında, zorlanmaktadır.
Sermayenin ilkelerini, yaşam biçimini kabul ederken, problem çıkmaktadır.
Pazarlar, birleşecektir, " Maymunlar " insanlaşacaktır, kaçınılmaz olan, budur sermaye dışındaki üretim biçimleri, hayat anlayışları, maymun olarak kalan maymunlar, Modern Dünya'yı tehdit eden maymunlar, bertaraf edilecektir.


Sermaye toplumlarında refahın artması, teknolojinin, modern toplum hayatının etkinleşmesi, " maymun toplumlarını ", sınırlara, duvarlara yöneltti.
Modern toplumların, " maymun toplumlarındaki " enerji kaynaklarına vb. ihtiyacı olduğu için, " rahatsız etmek " durumunda kaldığı vurgulanıyor, filmde.
Fakat, modern topluma, insanlara güvenmeyen, savaş yanlışı maymunlar, savaşı bir kez, başlatmış durumdadırlar.
Kılıçlar, çekilmiştir, artık.
Yok etme, kaçınılmaz hale gelmiştir.




Barışçıl iyi niyet çabaları, zayıf kalacaktır.
Sermaye toplumlarıyla entegrasyon, Dünya için, kaçınılmaz gibi görünmektedir.
Sermayenin merkezileşme isteği, çok güçlü bir çekim kaynağıdır ve bütün Dünya'yı yönlendirmektedir.
Sermayenin merkezileşme çabasına karşı durmak, sermayeyi dışarıda tutmaya çalışmak, boşuna bir çabadır.
Sermayenin yıkıcı, zarar verici yönlerine karşı verilecek mücadele, dışarıdan verilecek bir mücadele değildir.
Sistemin, kendi içinde bulunan güçlerin, bilinç seviyesinin vereceği bir mücadeledir.
Dünya, sermayenin hükümranlığında, entegrasyonunu tamamlayacaktır, bunun önünde duracak bir güç yoktur.

" Maymunun " kurtuluş şansı, yoktur.
Filmin verdiği mesaj gibi, haklı olarak, savaş başlamıştır, " maymunlar " ya, yok olacaktır, ya da, insanlaşacak, Modern Dünya'ya entegrasyon sürecini tamamlayacaktır.

Filmin mesajı, o anlamda, doğrudur.
Sermaye, merkezileşecektir, bunun önünde duracak bir güç, yoktur. Modern toplumları tehdit eden " Maymun toplumları ", yok edilecektir.

cafer günday











10 Temmuz 2014 Perşembe

Dünya borsaları birleşecek mi ?

10 Temmuz 2014 - Perşembe


Kesinlikle...
Sadece borsalar birleşmekle kalmayacak, vize ve pasaportlar da, kalkacak.
Sermaye sistemi, ekonomi dışı duran parayı, sermayeleştirebilmek için, uygun kanalları kurmaktadır.
Sermaye sistemi, girdiği yerdeki bütün geri üretim biçimlerini yok eder, sınırlamaları kaldırır.
Dolaşım serbestisinin önündeki engelleri, bertaraf eder.
Kan bağını, aşiret bağını, modern sermaye ilişkilerine dönüştürür.
İnsanlar, ayak bağlarından kurtulur, rahatlar.
Teşebbüs ve işgücü, serbestçe dolaşıma kavuşur.



Sermaye, akışkanlaşır.
Dünya borsalarının birleşmesi, tek bir borsa çatısı altında toplanması, sermaye akışkanlığını, hızlandıracaktır.
Herkes, her yerden, Dünya'nın herhangi bir yerindeki bir borsa şirketinden, birikimine göre hisse alma imkanına kavuşacaktır.
Ülkemizdeki yağmacı zihniyet, borsaya da, yansıdığı için, spekülasyonlarla, küçük yatırımcı, soyulmuş ve küstürülmüştür.
Bütün borsalar, bizdeki gibi, bir günde inip - çıkmazlar.
Gerçek bir borsada, şirket hisse değeri, şirketin değeri artıyorsa, artar.
Dünya borsalarının birleşmesi, bu güvenin de, gelişmesine yardımcı olacaktır, kuşkusuz.
Tek bir Dünya borsası da, belki, sermayenin merkezileşme isteğinin doruk noktası olacaktır.


cafer günday